Türkiye’de
Yabancı Sporcuların Vergilendirilmesi: Gerçekten Bir Vergi Cenneti mi?
Türkiye,
son yıllarda futbol, basketbol ve voleybol gibi profesyonel branşlarda çok
sayıda yabancı sporcunun tercih ettiği bir ülke haline geldi. Transfer
dönemlerinde sıkça duyulan “Türkiye, yabancı sporcular için bir vergi cenneti”
söylemi artık neredeyse her sezonun parçası. Ancak bu iddia ne kadar gerçeği
yansıtıyor? Türk vergi sisteminin yapısı, çifte vergilendirmeyi önleme
anlaşmaları ve idarenin uygulamadaki yaklaşımı birlikte değerlendirildiğinde,
tablo beklendiği kadar basit değil.
Türkiye’de
Gelir Vergisi Kanunu’nda sporculara özgü ayrı bir geçici madde yer almakta
olup, bu madde belirli şartlar altında stopaj yoluyla nihai vergilemeyi
öngörür. Söz konusu stopaj oranları, olağan gelir vergisi tarifesine kıyasla
daha düşüktür. Ancak uygulamada birçok profesyonel sporcunun kazancı, bu madde
kapsamında belirlenen üst sınırların üzerinde kaldığından, fiilen uygulanan
vergi yükü diğer mükelleflerden çok da farklı değildir. Ayrıca, yabancı
sporcuların Türkiye’de mukim sayılmaları halinde yalnızca ücret gelirleri
değil, diğer kazanç unsurları da Türkiye’de vergilendirilir. Bu nedenle,
Türkiye’deki sporcu vergilemesinin “vergi cenneti” olarak nitelendirilmesi
gerçeği bütünüyle yansıtmaz.
Bununla
birlikte, konuya ilişkin denetim sıklığının görece düşük olması ve sporcu
sözleşmelerinin çoğunlukla net ücret üzerinden düzenlenmesi, vergisel yükün
fiilen sporcu yerine kulüpler üzerinde kalmasına yol açmaktadır. Geçmiş
yıllarda kulüpler için getirilen çeşitli vergi afları ve yapılandırma imkânları
da, kamuoyundaki “vergisel ayrıcalık” algısını güçlendiren unsurlar
arasındadır. Ancak son bir iki yıldır vergi idaresinin bu alandaki denetimleri
belirgin biçimde sıklaştığı ve uygulamayı daha yakından takip ettiği
görülmektedir.
Yabancı
sporcuların Türkiye’deki vergisel durumları; mukimlik statülerine, elde
ettikleri gelirlerin tutarına, gelir unsurlarının niteliğine ve geldikleri
ülkenin Türkiye ile olan vergi anlaşmalarına göre farklılık göstermektedir. Bu
nedenle, her bir yabancı sporcunun vergisel yükümlülükleri standart bir kalıba
oturmaz; aksine, sözleşme koşulları, gelir akışının kaynağı ve ülkeler
arasındaki vergi ilişkileri dikkate alınarak olay bazında değerlendirme
yapılması gerekir. Ancak bu yazıda, herhangi bir özel vaka veya kişi üzerinden
değil, genel çerçeveyi ve temel ilkeleri esas alarak yabancı sporcuların
Türkiye’deki vergilendirilmesine ilişkin genel hatlarıyla bir değerlendirme
yapacağız.
Mukimlik
Yabancı
bir sporcunun Türkiye’de hangi kapsamda vergilendirileceğini belirlemenin ilk
adımı, mukimlik statüsünün doğru tespit edilmesidir. Çünkü bir kişinin
Türkiye’de yerleşik sayılıp sayılmaması, vergilemenin çerçevesini kökten
değiştirir. Türkiye’de yerleşik, yani tam mükellef kabul edilen kişiler dünya
genelinde elde ettikleri tüm gelirleri üzerinden Türkiye’de vergilendirilirken,
dar mükellefler yalnızca Türkiye kaynaklı kazançları bakımından vergiye
tabidir.
Gelir
Vergisi Kanunu’nun 4’üncü maddesi, bir gerçek kişinin Türkiye’de yerleşik
sayılması için iki temel ölçüt öngörür: ikametgâhının Türkiye’de bulunması veya
bir takvim yılı içinde altı aydan fazla süreyle Türkiye’de devamlı olarak
oturması. Bu ölçütlerden herhangi birinin gerçekleşmesi, kural olarak tam
mükellefiyet sonucunu doğurur Sporcular açısından ise bu durum çoğu
zaman farkında olunmadan ortaya çıkar. Zira Türkiye’de yabancı sporcular,
çalışma izni aldıklarında buna paralel olarak adres kaydı yaptırmak
zorundadırlar. Bu kayıt, genellikle kiraladıkları bir konut üzerinden yapılır;
yalnızca otel ya da kulüp tesisinde geçici konaklama hâllerinde bu yükümlülük
farklı değerlendirilebilir. Adres kaydının yapılması ise Türk iç mevzuatı
açısından ikametgâhın Türkiye’de bulunduğu anlamına gelir ve bu durum, Gelir
Vergisi Kanunu hükümleri çerçevesinde sporcuyu fiilen tam mükellef konumuna
getirebilir. Başka bir ifadeyle, birçok yabancı sporcunun Türkiye’de vergi
bakımından “yerleşik” hâle gelmesi, aslında çalışma izni sürecinin doğal bir
sonucudur.
İkametgâh
dışında, bir sporcunun bir takvim yılı içinde altı aydan (183 günden) fazla
süreyle Türkiye’de bulunması da tam mükellefiyetin ayrı bir kriteridir. Bu
sürenin hesabında yurt dışı deplasman maçları, kısa süreli kamplar veya sezon
arası izinleri gibi geçici ayrılmalar dikkate alınmaz. Dolayısıyla sezon
boyunca Türkiye’de kalan bir sporcunun yılın geri kalanını yurt dışında
geçirmesi, genellikle sonucu değiştirmez. Buna karşılık, sadece belirli bir
turnuva veya kısa süreli kamp için Türkiye’ye gelen sporcular, veya yarım
sezonluk kiralık sözleşme ile Türkiye’de bulunan sporcular geçici olarak
bulunan kişiler sayılır ve Türkiye’de dar mükellef statüsünde vergilenirler.
Kanun,
bazı durumlarda altı aydan fazla kalış olsa dahi kişiyi tam mükellef kapsamına
almaz. Tedavi, istirahat, öğrenim, turizm veya geçici görev gibi nedenlerle
Türkiye’de bulunanlar, süre şartını sağlasalar bile tam mükellef sayılmazlar.
Profesyonel sporcular bakımından bu istisna, genellikle yalnızca kısa süreli
turnuva veya kamp için gelen kişiler açısından uygulanabilir. Bazen uygulamada,
futbolcuların belirli süreli sözleşmelerle transfer olmaları, bazı danışmanlar
tarafından “geçici görev” kapsamında değerlendirilmekte ve bu nedenle tam
mükellefiyet dışında tutulmaları gerektiği savunulmaktadır. Ancak bu yaklaşım
doğru değildir; zira sözleşmenin süreli olması, faaliyetin sürekli ve gelir
getirici niteliğini ortadan kaldırmaz.
Mukimlik
değerlendirmesi yalnızca Türk iç hukukuyla sınırlı değildir. Zira bir kişinin
aynı anda iki ülkede birden “mukim” sayılması, esasen ülkelerin kendi iç
mevzuatlarındaki farklı yerleşiklik kriterlerinden kaynaklanabilir. Bu tür
durumlarda, Türkiye’nin birçok ülke ile imzaladığı çifte vergilendirmeyi önleme
anlaşmaları devreye girer ve ortaya çıkan bu “çifte mukimlik” halinin nasıl
çözüleceğini belirler. Anlaşmalarda yer alan “mukimlik” maddesi uyarınca,
kişinin hangi ülkede tam mükellef sayılacağı “tie-breaker” adı verilen
ölçütlerle belirlenir. Bu ölçütler sırasıyla, daimi meskenin bulunduğu yer,
kişisel ve ekonomik ilişkilerin daha sıkı olduğu ülke (hayati menfaatlerin
merkezi), devamlı kalınan yer, vatandaşlık ve nihai olarak yetkili makamların karşılıklı
mutabakatıdır.
Sonuç
olarak, yabancı bir sporcunun Türkiye’deki vergisel konumunu doğru şekilde
belirlemenin ön koşulu, mukimlik tespitidir. Bu tespit yalnızca Türkiye’de
geçirilen süreye değil, aynı zamanda sporcunun ekonomik ve kişisel bağlarının
yoğunlaştığı yere, yani hayat menfaatlerinin merkezine dayanır. Uzun süreli
sözleşmelerle Türkiye’de forma giyen, gelirinin büyük bölümünü Türk
kulüplerinden elde eden ve ailesiyle birlikte yaşamını burada sürdüren birçok
profesyonel sporcu açısından bu hayat merkezi fiilen Türkiye’ye taşınmıştır.
Dolayısıyla bu sporcular, hem ekonomik hem de kişisel bağları itibarıyla hem Türk
mevzuatı hem de uluslararası mevzuat açısından tam mükellef (Türkiye mukimi)
kabul edilmektedir.
Ücret
Gelirlerinin Vergilendirilmesi
Mukimlik
tespitinin ardından yabancı sporcular açısından en önemli konu, ücret
gelirlerinin hangi esaslara göre vergilendirileceğidir. Türkiye’de profesyonel
sporculara yapılan ücret ödemeleri, Gelir Vergisi Kanunu’nun Geçici 72’nci
maddesi kapsamında stopaj (tevkifat) yoluyla vergilendirilir. Bu düzenleme 31
Aralık 2028 tarihine kadar yürürlüktedir ve stopaj oranları spor dalına ve
ligin seviyesine göre değişmektedir:
- Lig
usulüne tabi spor dallarında:
ü En üst ligde yer alan sporcular için %20,
ü En üst altı ligin altındakiler için %10,
ü Diğer liglerde oynayan sporcular için %5
oranında stopaj uygulanır.
- Lig
usulüne tabi olmayan branşlardaki sporculara ve milli sporculara
uluslararası müsabakalara katılmaları karşılığında yapılan ödemelerde ise
oran %5’tir.
Bu
oranlar, sporculara yapılan ücret ve ücret sayılan ödemelere uygulanmakta olup
çoğu durumda nihai vergi niteliği taşır. Ancak Gelir Vergisi Kanunu madde
103’teki tarifenin dördüncü diliminde yer alan tutarın (2025 yılı için 4.300.000
TL) aşılması hâlinde, bu gelirler artık yalnızca stopajla nihai olarak
vergilendirilmiş sayılmaz; sporcuların yıllık gelir vergisi beyannamesi vermesi
gerekir.
Burada
önemli olan yine yabancı sporcunun mukimlik durumudur. Zira gelir vergisi
kanunun 86’ya 2 inci maddesi uyarınca dar mükellef gerçek kişiler için tamamı
Türkiye'de tevkif suretiyle vergilendirilmiş olan; ücretler için beyanname
verilmez. Dolayısıyla, dar mükellef statüsündeki yabancı sporcular, geçici 72
inci maddedeki limitin üzerinde kazanç elde etseler bile ücret gelirlerine
ilişkin olarak beyanname vermek zorunda değildirler. (Herhangi bir inceleme
durumunda, başkaca bir ülkede mukim olduğunu belirten sporcuların, ilgili
ülkeden almış oldukları mukimlik belgesini idareye ibraz etmeleri gerekmektedir)
Ancak,
daha önce de belirtildiği üzere, birçok yabancı sporcu Türkiye’de tam mükellef
statüsündedir. Bu kapsamda, Süper Lig ve TFF 1. Lig’de forma giyen
futbolcuların, Basketbol Süper Ligi ve Sultanlar Ligi gibi profesyonel liglerde
oynayan yabancı sporcuların önemli bir kısmının gelirleri ilgili beyan
sınırının (2025 yılı için 4.300.000 TL) oldukça üzerindedir. Dolayısıyla bu
sporcuların, mevzuat uyarınca yıllık beyanname vererek artan oranlı gelir
vergisi tarifesine göre %40’a kadar vergilenmeleri gerekmektedir. Tevkifat yoluyla kesilen ve fiilen ödenen
vergiler, beyannamede mahsup edilebilir.
Burada
“ücret” kavramı yalnızca aylık maaşları değil; maç başı ödemeleri, performans
primlerini, imza paralarını, başarı bonuslarını ve benzeri tüm nakdî veya aynî
ödemeleri de kapsar. Bu nedenle, söz konusu gelirlerin tamamı beyan sınırının
hesabında dikkate alınmalıdır.
Sözleşmelerin
büyük çoğunluğu net ücret esasına dayandığı için, bu beyan yükümlülüğü fiilen
kulüplerin üzerinde ek maliyet yaratmaktadır. Kulüpler, sporcunun eline geçecek
net tutarı garanti ederken vergi farklarını üstlenmekte; bu da kulüp
maliyetlerini artırmaktadır. Ancak burada önemli olan, vergisel sorumluluğun
kime ait olduğudur.
Kulüp
sözleşmede vergileri üstleneceğini taahhüt etse dahi, Gelir Vergisi Kanunu
açısından beyan yükümlülüğü sporcunun kendisine aittir. Vergi idaresi,
vergilerin sözleşmesel olarak kimin tarafından üstlenildiğine değil, kanuni
olarak vergi mükellefinin ve sorumlusunun kim olduğuna bakar. Dolayısıyla,
yıllık beyanname verme ve beyan edilen gelir üzerinden verginin ödenmesi
sorumluluğu doğrudan sporcuya aittir. Kulübün vergiyi üstlenmesi ise vergisel
değil, sözleşmesel bir düzenlemedir; taraflar arasındaki özel hukuk ilişkisine
dayanır ve idare açısından mükellefiyet ve sorumluluk durumunu değiştirmez.
Vergi
idaresi son dönemde, özellikle yüksek gelirli yabancı sporcuların stopaj
oranlarının doğru uygulanıp uygulanmadığını ve beyanname yükümlülüğünün yerine
getirilip getirilmediğini yakından denetlemeye başlamıştır. Bu çerçevede,
sözleşmesel düzenlemelere güvenilerek beyanname verilmemesi, sporcu açısından
ek vergi ve ceza riski doğurabilir.
Sponsorluk
ve İmaj Hakkı Gelirleri
Sporcuların
gelir yapısı yalnızca ücret ödemeleriyle sınırlı değildir. Özellikle futbol,
basketbol ve voleybol gibi yüksek görünürlüğe sahip branşlarda sporcular,
kulüplerinden aldıkları ücretlerin yanı sıra sponsorluk anlaşmaları, reklam
gelirleri, imaj hakkı ödemeleri ve benzeri ticari nitelikte kazançlar da elde
ederler. Türkiye’nin imzaladığı çifte vergilendirmeyi önleme anlaşmalarında yer
alan “sporculara ilişkin özel madde” (OECD Model Anlaşma Madde 17’ye paralel)
uyarınca, sporcunun bizzat icra ettiği sportif faaliyetlerden elde edilen
gelirlerin vergileme hakkı kural olarak faaliyetin icra edildiği ülkeye aittir.
Buna karşılık, doğrudan sportif performansla bağlantısı bulunmayan sponsorluk,
reklam veya imaj hakkı gelirlerinin hangi ülkede vergilendirileceği, gelirin
türüne, mukimlik durumuna ve sözleşme ilişkisinin yapısına göre değişir.
Dolayısıyla, bu tür gelirlerin vergisel niteliği belirlenirken, hem
uluslararası anlaşmalardaki düzenlemeler hem de yerel Gelir Vergisi Kanunu’nun
gelir unsurlarına ilişkin hükümleri birlikte dikkate alınmalıdır.
1. Sporcu sözleşmesine bağlı sponsorluk ve reklam gelirleri
Eğer
sponsorluk veya reklam ödemesi doğrudan sporcu ile kulüp arasındaki sözleşmeye
dayanıyorsa, bu gelir vergisel açıdan ücretin bir unsuru olarak kabul edilir.
Örneğin, forma sponsoru veya kulübün iş birliği yaptığı bir marka tarafından
yapılan ödeme, sporcunun sözleşmesinde yer alıyor ya da kulüp tarafından
organize ediliyorsa, bu tutar esasen sporcunun ücretinin bir parçasıdır.
Burada
belirleyici unsur, ödemenin kim tarafından yapıldığı ve tevkifat uygulanıp
uygulanmadığıdır. Eğer ödeme kulüp tarafından veya kulüp aracılığıyla
yapılıyorsa, ilgili gelir GVK Geçici 72’nci madde kapsamında stopaj yoluyla
vergilendirilir. Buna karşılık, ödeme doğrudan başka bir marka veya sponsor
şirket tarafından sporcunun hesabına aktarılıyorsa, genellikle tevkifat
yapılmaz. Bu durumda gelir, nitelik olarak ücret sayılmakla birlikte tevkifata
tabi olmayan ücret niteliği kazanır ve sporcunun yıllık beyannameyle beyan
etmesi gerekir.
Bu
tür ödemeler çoğu zaman, kulüplerin harcama limitlerini aşmamak amacıyla
sponsor firmalar aracılığıyla dolaylı şekilde gerçekleştirdiği ek ödemelerdir.
Vergi idaresi, bu tür ödemelerin ekonomik özünü dikkate alarak, bunları esas
itibarıyla ücret kapsamında değerlendirmekte ve sponsor ödemesinden ziyade
sporcunun ana sözleşmesinin ek bir parçası olarak değerlendirerek sporcu lehine
elde edilmiş ücret geliri olarak kabul etmektedir.
Ayrıca,
bu ödemeler genellikle Türkiye’de yerleşik sponsor firmalar tarafından
yapılmakta ve sporcunun Türkiye’de icra ettiği sportif performansla doğrudan
bağlantılı bulunmaktadır. Bu nedenle, sporcu Türkiye’de mukim olsun veya
olmasın, söz konusu gelir Türkiye kaynaklı kabul edilir ve Türk vergi mevzuatı
çerçevesinde vergileme hakkı Türkiye’ye aittir.
Dolayısıyla,
sponsorluk veya reklam adı altında yapılan bu ödemelerde hem sporcunun hem de
kulübün, ödemenin tevkifat ve beyan yükümlülüklerini dikkatle değerlendirmesi
gerekir. Aksi halde, beyan dışı kalan bu tür gelirler hem sporcu hem de kulüp
açısından vergi ziyaı ve ceza riski doğurabilir.
2. Sporcunun kişisel markasından doğan gelirler
Sporcunun
performansına ilişkin sözleşmesi ile bağlantılı olmayan, sporcunun kendi
tanınırlığı, imajı veya marka değeri üzerinden elde ettiği gelirler farklı bir
vergisel nitelik taşır. Vergisel açıdan bu gelirler elde ediliş biçimine göre
ticari kazanç veya gayrimaddi hak (royalty) olarak değerlendirilir. Bu tür
gelirler, sporcunun ilmî, meslekî veya teknik bir bilgiye değil, kişisel
şöhreti ve ekonomik çekim gücüne dayandığından serbest meslek kazancı olarak
değerlendirilemez.
Eğer
sporcu, imaj hakkını veya kişisel markasını bir ekonomik varlık olarak
lisanslamışsa, yani bu hakkı kendi adına kurduğu bir şirket üzerinden veya
doğrudan bir sözleşmeyle üçüncü kişilere kiralama veya kullanım izni verme
yoluyla değerlendiriyorsa, bu durumda elde edilen gelir gayrimaddi hak bedeli
(royalty) niteliğindedir. Çünkü burada kazanç, bir hakkın ticari kullanımı
karşılığında elde edilmektedir.
Buna
karşılık, sporcu herhangi bir lisans yapısı kurmadan, yalnızca kendi
tanınırlığı ve itibarı sayesinde markalarla iş birliği yapıyor veya sponsorluk
sözleşmeleri imzalıyorsa, ortada bir “hak kiralaması” değil, ticari bir
faaliyet vardır. Bu durumda elde edilen gelir ticari kazanç olarak
değerlendirilir. Bu tür faaliyetlere, örneğin bir sporcunun uzun vadeli marka
elçiliği veya temsil sözleşmeleri, reklam yüzü anlaşmaları ya da sosyal medya
üzerinden yapılan ürün tanıtımları örnek gösterilebilir.
Bu
ayrım özellikle uzun vadeli sponsorluk sözleşmelerinde önemlidir. Eğer
sözleşmede sporcu, kendi ismi, imzası veya imajı üzerindeki hakları belirli bir
süre için markaya lisanslıyorsa, yani markaya bu hakları kullanma yetkisi
tanıyorsa, gelir gayrimaddi hak kapsamındadır. Ancak marka yalnızca sporcunun
tanıtım gücünden yararlanıyor ve bu hakları devralmıyorsa, gelir ticari kazanç
olarak vergilendirilir.
Her
iki durumda da, ödemenin Türkiye’de yerleşik bir şirket tarafından yapılması
veya gelir akışının sporcunun Türkiye’deki sportif faaliyeti ve tanınırlığıyla
bağlantılı olması, bu geliri Türkiye kaynaklı hale getirir. Dolayısıyla, sporcu
Türkiye’de mukim olmasa dahi, Türkiye’deki faaliyetiyle bağlantılı bu tür
gelirler Türk vergi mevzuatı çerçevesinde Türkiye’de vergilendirilebilir.
a) Türkiye’de yapılan anlaşmalar ve Türkiye’den yapılan
ödemeler
Sporcunun
Türkiye’deki tanınırlığına veya Türkiye’deki sportif faaliyetlerine bağlı
olarak elde ettiği imaj hakkı veya sponsorluk gelirleri, Türkiye kaynaklı gelir
olarak kabul edilir.
Eğer sporcu bu gelirleri, bir lisans veya imaj hakkı devri çerçevesinde elde
ediyorsa, bu durumda gelir gayrimaddi hak bedeli (royalty) niteliğindedir. Buna
karşılık, herhangi bir lisanslama yapısı yoksa, yani sporcu yalnızca
Türkiye’deki itibarı ve marka gücüyle bir tanıtım faaliyeti yürütüyorsa, gelir
ticari kazanç olarak değerlendirilir.
Bu
tür gelirler çoğunlukla Türkiye’de yerleşik markalar veya sponsor şirketler
tarafından ödenir ve genellikle sporcunun Türkiye’deki performansıyla doğrudan
ilişkilidir. Dolayısıyla, sporcu Türkiye’de mukim olmasa dahi, bu gelir Türkiye
kaynaklı sayılır ve Gelir Vergisi Kanunu’nun 7’nci maddesi uyarınca Türkiye’nin
vergileme hakkı doğar.
Ödeme
Türkiye’den yapıldığı takdirde, ödeyen şirketin niteliğine göre stopaj
(tevkifat) yükümlülüğü doğabilir. Eğer ödemeyi yapan taraf kurumlar vergisi
mükellefi bir şirketse ve gelir gayrimaddi hak bedeli (royalty) niteliğinde
değerlendiriliyorsa, ödemeden %20 oranında stopaj yapılır.
Bu
durumda:
- Dar
mükellef sporcular açısından bu stopaj nihai vergi niteliğindedir; ayrıca
beyanname verilmez.
- Tam
mükellef sporcular açısından ise, ilgili tutar gelir vergisi kanunu
103’üncü maddesindeki ikinci gelir dilimini (2025 yılı için 330.000 TL)
aşması durumunda, bu gelir beyannameye dahil edilmek zorundadır. Stopaj
yoluyla ödenen vergiler, beyannamede mahsuba konu edilir.
Eğer
gelir ticari kazanç niteliğindeyse, bu durumda stopaj söz konusu değildir;
çünkü ticari kazançlar beyan esasına göre vergilendirilir. Bu tür gelirlerde,
sporcu gelir ve giderlerini kaydederek defter tutmak, dönem sonunda da yıllık
gelir vergisi beyannamesi vermek zorundadır. Ticari kazanç vergilemesi, ücret
veya gayrimaddi hak gelirlerinden farklı olarak, kazancın safi tutarının
tespitine dayanır; dolayısıyla yalnızca elde edilen gelir değil, bu gelir için
yapılan giderler de dikkate alınır.
Tam
mükellef sporcular açısından bu gelirler, Türkiye’de veya yurt dışında elde
edilmiş olsun, dünya genelinde elde edilen kazanç kapsamında yıllık beyannamede
gösterilir ve artan oranlı tarifeye göre (%40’a kadar) vergilendirilir.
Dar
mükellef sporcular için ise vergileme, ancak Türkiye’de bir iş yeri (permanent
establishment) oluşmuşsa söz konusu olur. Eğer görünürde bir iş yeri bulunmasa
bile, sporcu faaliyetlerini düzenli biçimde Türkiye’de yürütüyor ve gelirini
Türkiye’deki sponsorluk veya tanıtım faaliyetlerinden elde ediyorsa, vergi
idaresi fiilen bir iş yeri oluştuğu (PE riski) görüşünü benimseyebilir. Bu
durumda gelir, yalnızca Türkiye kaynaklı bir unsur olarak değil, Türkiye’de
ticari kazanç doğuran bir faaliyet olarak değerlendirilir ve sporcu açısından
defter tutma, beyanname verme ve artan oranlı tarifeye göre vergileme
yükümlülükleri doğar.
Bununla
birlikte, pratikte hiçbir yabancı sporcu Türkiye’de ticari kazanç yönünden
mükellefiyet tesis ettirmemektedir. Zira bu durumda, vergi dairesinde ticari
kazanç türünden bir dosya açılması, geçici vergi beyannamelerinin verilmesi ve
tüm sürecin bir mali müşavir tarafından düzenli olarak yürütülmesi gerekir. Bu
süreç, yabancı sporcular için hem idari hem de mali açıdan oldukça karmaşık bir
yapıya sahiptir. Bu nedenle, idarenin bu tür gelirlerin ortaya çıktığı
durumlarda, gelirin de daha kolay toplanabilmesi adına sporcuların beyanını
kolaylaştıracak daha pratik ve alternatif bir yöntem geliştirmesi uygun
olacaktır.
b) Yurt dışında yapılan anlaşmalar ve yurt dışı yapılar
üzerinden ödemeler
b1. Dar mükellef sporcular
Dar
mükellef sporcular açısından, yurt dışından elde edilen sponsorluk veya reklam
gelirlerinin Türkiye’de vergilendirilip vergilendirilmeyeceği, gelirin
niteliğine ve Türkiye ile kurulan ekonomik bağa bağlıdır.
Eğer
sporcu herhangi bir şirket yapısı kurmaksızın, doğrudan kendi adına veya yurt
dışında kurduğu bir şahıs işletmesi üzerinden sponsorluk veya tanıtım
faaliyetleri yürütüyorsa, bu gelir ticari kazanç niteliğindedir. Ticari
kazançların Türkiye’de vergilendirilebilmesi için, Gelir Vergisi Kanunu’nun
7’nci maddesi ve Türkiye’nin taraf olduğu çifte vergilendirmeyi önleme
anlaşmaları (ÇVÖA) uyarınca sporcunun Türkiye’de bir iş yeri (Permanent
Establishment – PE) oluşturmuş olması gerekir.
Türkiye’de
ofis, temsilci, sözleşme görüşmeleri veya düzenli gelir yaratan bir
organizasyon bulunmuyorsa, bu gelir Türkiye’de vergilendirilemez.
Bununla
birlikte, vergi idaresi uygulamada, özellikle yüksek gelirli yabancı
sporcuların Türkiye’deki tanınırlıkları, sponsorluk ilişkilerinin sürekliliği
veya menajer bağlantıları nedeniyle, fiilen Türkiye’de ticari bir faaliyet
yürütüldüğü gerekçesiyle iş yeri oluştuğu görüşünü ileri sürebilmektedir. Bu
yaklaşım, klasik anlamda “sabit iş yeri” bulunmasa da, gelirle Türkiye
arasındaki ekonomik bağın varlığına dayanır. Ancak bu yaklaşım, ÇVÖA’larda yer
alan klasik iş yeri tanımına göre daha geniş bir yorumun benimsendiğini
göstermektedir. Türkiye’nin imzaladığı anlaşmalara göre vergileme hakkı kural
olarak yalnızca sabit iş yeri veya temsilci varlığı hâlinde doğar; bu nedenle,
tanınırlık veya sponsorluk ilişkilerinden hareketle iş yeri varsayımı yapılması
her zaman açık bir sonuç doğurmaz ve somut durumun dikkatle analiz edilmesi
gerekir.
Diğer
yandan, gelir sporcunun imaj hakkının lisans kiralanması yoluyla
kullanılmasından doğuyorsa, bu durumda kazanç gayrimaddi hak (royalty)
niteliğindedir. Eğer lisans sözleşmesi kapsamında hakların sahibi bir limited
veya anonim şirket olup, lisans hakkı bu tüzel kişilik tarafından elde
tutuluyorsa, yapılan ödemeler gayrimaddi hak bedeli olarak kabul edilir.
Ancak
bu lisans Türkiye’de kullanılmıyor veya Türkiye’deki tanıtım, reklam ya da
medya faaliyetleri kapsamında değerlendirilmiyorsa, gelir Türkiye kaynaklı
sayılmaz ve Türkiye’nin vergileme hakkı bulunmaz.
Buna
karşılık, imaj hakkı Türkiye’de kullanılıyor veya Türkiye’deki sportif
performansla bağlantılı bir ticari değer yaratıyorsa, gelir Türkiye kaynaklı gayrimaddi
hak bedeli olarak değerlendirilir ve Türkiye, kaynak ülke sıfatıyla
vergilendirme hakkını ileri sürebilir.
Sonuç
olarak, dar mükellef bir sporcu için yurt dışı sponsorluk veya imaj hakkı
gelirlerinin Türkiye’de vergilendirilmesi, yalnızca bu gelirlerin Türkiye’de
icra edilen veya Türkiye’de değerlendirilen faaliyetlerle doğrudan bağlantılı
olması hâlinde mümkündür.
Bu
sınırın ötesinde, yalnızca tanınırlık veya medya görünürlüğü gibi unsurlar, tek
başına Türkiye’de vergileme hakkı doğurmak için yeterli değildir.
b2. Tam mükellef sporcular
Tam
mükellef sporcular, dünya genelinde elde ettikleri gelirleri Türkiye’de beyan
etmekle yükümlüdür. Bu durumda, gerek yurt içi gerekse yurt dışı sponsorluk,
reklam veya imaj hakkı gelirleri Türkiye’de vergilendirilir.
Eğer
sporcu yurt dışında herhangi bir şirket yapısı kurmaksızın, kendi adına veya
bir şahıs işletmesi aracılığıyla sponsorluk, reklam veya tanıtım faaliyetleri
yürütüyorsa, elde edilen gelir ticari kazanç niteliğindedir. Ticari kazançların
vergilendirilmesinde, gelir ve giderler dikkate alınarak safi kazanç esasına
göre hesaplama yapılır. Türkiye’de tam mükellef olan sporcular, bu tür
gelirleri yıllık gelir vergisi beyannamelerine dahil etmek ve artan oranlı
tarifeye göre (%40’a kadar) vergilendirmek zorundadır. Ancak bu tür bir
kazancın beyanı için ticari kazanç mükellefiyetinin tesis edilmesi, defter
tutulması ve geçici vergi beyannamelerinin düzenli olarak verilmesi gerekir.
Pratikte
hiçbir sporcu bu şekilde bir ticari mükellefiyet açtırmamaktadır. Bu durum,
idare açısından beyan ve tahsilat süreçlerini zorlaştırmakta; dolayısıyla,
sporcuların yurt dışı kaynaklı bu tür gelirlerini beyan edebilmeleri için daha
pratik ve alternatif bir yöntem belirlenmesi gerekmektedir.
Eğer
gelir, sporcunun imaj hakkının lisans kiralanması yoluyla kullanılmasından
kaynaklanıyorsa, bu durumda kazanç gayrimaddi hak (royalty) niteliğindedir. Gayrimaddi
hak gelirleri, Gelir Vergisi Kanunu kapsamında gayrimenkul sermaye iradı (GMSİ)
sayılır ve yıllık gelir vergisi beyannamesi ile beyan edilebilir. Bu tür
gelirler için ayrıca ticari mükellefiyet açılmasına, defter tutulmasına veya
geçici vergi beyannamesi verilmesine gerek yoktur.
Tam
mükellef sporcular bakımından temel prensip, gelirin nerede elde edildiğine
bakılmaksızın dünya genelinde elde edilen kazançların Türkiye’de
vergilendirilmesidir. Ancak gelir aynı zamanda başka bir ülkede
vergilendirilmişse, Türkiye ile ilgili ülke arasındaki çifte vergilendirmeyi
önleme anlaşması (ÇVÖA) hükümleri uyarınca o ülkede ödenen vergiler, gelir
vergisi kanunu 123 üncü maddede belirtilen belgelerin zamanında temin edilmesi
şartıyla Türkiye’de mahsuba konu edilebilir.
Sporcunun
yatırım gelirleri
Sporcuların
aktif sportif faaliyetlerinden doğan gelirlerinin yanı sıra, yatırımlardan elde
ettikleri pasif gelirler de vergiye tabidir. Bu kapsamda kira gelirleri,
temettüler (kar payları), faiz gelirleri ve değer artış kazançları temel
yatırım gelirleri arasında sayılır.
Dar
mükellef sporcular açısından, vergileme yalnızca Türkiye kaynaklı gelirlerle
sınırlıdır. Dolayısıyla, eğer varsa Türkiye’de sahip olunan gayrimenkullerden
elde edilen kira gelirleri, Türk şirketlerinden alınan temettüler veya
Türkiye’deki bankalarda bulunan mevduat hesaplarından doğan faizler Türkiye’de
vergiye tabidir. Yurt dışındaki varlıklardan elde edilen gelirler ise Türkiye
açısından kaynak dışı sayılır ve vergileme hakkı bulunmaz.
Tam
mükellef sporcular için durum çok daha geniştir. Tam mükellefiyet, kişinin
dünya genelinde elde ettiği tüm gelirlerin Türkiye’de beyan edilmesini
gerektirir. Bu kapsamda, Türkiye veya yurt dışındaki gayrimenkullerden elde
edilen kira gelirleri gayrimenkul sermaye iradı, hisse senetlerinden veya
iştiraklerden elde edilen temettüler menkul sermaye iradı, tahvil, bono veya
mevduat hesaplarından doğan faizler menkul sermaye iradı, taşınır veya taşınmaz
kıymetlerin satışından doğan kazançlar ise değer artışı kazancı olarak
vergilendirilir.
Birçok
profesyonel sporcu için gelir yalnızca ücretle sınırlı değildir. Özellikle
kariyerlerinin ilerleyen dönemlerinde, sportif kazançlarını finansal varlıklara
yönlendirdikleri görülmektedir. Buna rağmen, yatırım gelirleri çoğu zaman hem
kamuoyu hem de vergi idaresi tarafından göz ardı edilir. Oysa bu gelirler, hem
kapsam hem de tutar itibarıyla önemli büyüklüklere ulaşabilmekte ve tam
mükellefiyet statüsüne geçildiğinde Türkiye’de beyana tabi hale gelmektedir.
Bu
çerçevede, yurt dışındaki gayrimenkullerden sağlanan kira gelirleri, yabancı
iştiraklerden elde edilen temettüler, bankalardaki mevduat ve tahvil-bono
yatırımlarından elde edilen faiz gelirleri ile taşınır veya taşınmaz
kıymetlerin satışından doğan değer artış kazançları Türkiye’de
vergilendirilebilir. Bu gelirlerin birçoğu, yalnızca belirli sınırların
aşılması halinde beyan edilir ve her gelir türü için belirlenen sınır
farklıdır. Bu nedenle, her gelir türü ayrı ayrı ele alınarak beyana tabi olup
olmayacağı değerlendirilmelidir. İlgili gelirlerin beyana tabi olması durumunda,
pratikte profesyonel sporcuların ücret ve sponsorluk gelirleri zaten en yüksek
gelir dilimine ulaşmış olduğundan, yatırım gelirleri de doğrudan %40 oranında
vergilendirilir.
Bu
oran, özellikle yüksek tutarlı portföy gelirlerine sahip sporcular açısından
oldukça ciddi bir vergi yükü anlamına gelmektedir. Yurt dışında bu gelirler
üzerinden vergi ödenmişse, Türkiye’de yabancı vergi mahsubu yoluyla çifte
vergilendirme önlenebilir; ancak anlaşma bulunmayan ülkelerden elde edilen
gelirlerde bu imkân sınırlı kalabilir. Dolayısıyla tam mükellefiyet statüsüne
geçen bir sporcunun, yalnızca sportif veya sponsorluk gelirleri değil, yatırım
gelirleri açısından da detaylı bir planlama yapması, vergi yükünü etkin biçimde
yönetebilmesi açısından kritik önemdedir.
Sonuç olarak, Türkiye’de yabancı sporcuların vergilendirilmesine ilişkin tablo, kamuoyunda sıkça dile getirilen “vergi cenneti” algısının aksine, oldukça çok katmanlı ve teknik bir yapıya sahiptir. Mukimlik durumu, gelir türlerinin niteliği, sözleşmelerin içeriği ve çifte vergilendirmeyi önleme anlaşmalarının uygulanması gibi unsurlar her bir durumda farklı sonuçlar doğurabilir. Bu nedenle, özellikle Türkiye’de tam mükellefiyet statüsünde değerlendirilen veya Türkiye ile ekonomik bağları güçlenen sporcuların, gelir akışlarını ve sözleşme yapılarını hem Türkiye’de hem de yurt dışında bütüncül bir perspektifle ele almaları gerekmektedir. Böyle bir yaklaşım, hem vergisel yükümlülüklerin doğru yönetilmesini hem de profesyonel kariyer planlamasının finansal olarak daha öngörülebilir bir temele oturmasını sağlar.
