KURGAN Yazıları ve Yeni Bir
Denetim Yaklaşımı
Vergi Denetim Kurulunun 1 Ekim
2025 tarihinden itibaren uygulamaya koyduğu ve kısaca “KURGAN” olarak anılan
“Kuruluş Gözetimli Analiz Sistemi” mükelleflerin çeşitli kriterlere dayanılarak
işlem risklerini anlık olarak tespit etmektedir. Yapılan risk analizleri
çerçevesinde mükellefler vergi incelemesi için seçilmekteyken, bu defa Vergi
Denetim Kurulunun mükellefleri kendileri ile ilgili risk emerelerinden erkenden
bilgilendirerek gerekli tedbirleri almaya teşvik eden bir anlayışa geçtiği
görülmektedir.
“Vergiye Gönüllü Uyum” açısından
olumlu görebileceğimiz bu yaklaşım aslında Vergi Denetim Kurulunun bundan
sonrası için sahipleneceği daha sert tedbir ve yaklaşımlara bir ön hazırlık
süreci içermektedir. Zira, Vergi Denetim Kurulu’nun 18.04.2025 tarih ve 7361
sayılı Genelgesi ile bundan sonra sahte belge incelemelerinde mükelleflerin
başlıca 13 kriter üzerinden işlemin gerçekliğini ispat etmesinin bekleneceği, mükelleflere
ve meslek mensuplarına gönderilen yazılarda ifade edilmektedir.
Dolayısyla, bugüne kadar sahte
fatura incelemelerinde kullanıcı mükelleflerin lehine yaklaşım göstererek
inceleme konusu sahte faturaların bilmeden kullanıldığı kabulüyle Kaçakçılık
Suçu yönünden değerlendirme yapılmazken, bundan sonra bu yöndeki değerlendirmelerin
daha somut kriterlere bakılarak ve mükellef tarafından söz konusu faturalar
kapsamındaki işlemlerin gerçekliğinin açık şekilde ispatlanması beklenerek
yapılabileceği anlaşılmaktadır.
Yasal Çerçeve
213 sayılı VUK’nun 160/A
maddesinde yapılacak analiz ve değerlendirme sonuçlarına göre sahte belge
düzenleme amacıyla kurulduğu vergi inceleme raporu ile tespit edilen
mükelleflerin mükellefiyet kayıtlarının silinmesi ve bu firmaların ortaklarının
daha sonra kuracakları şirketlerle ilgili alınacak tedbirler düzenlenmiştir.
306 Nolu VUK Genel Tebliğinde ise
sahte belge düzenleyen mükellefler bakımından düzenlemenin “kasıt” unsurunun
karinesi olarak kabul edileceği, ancak kullanan mükellefler bakımından kasıt
unsurunun harici incelemelerle tespit edileceği aşağıdaki şekilde açıklanmıştır:
“........sahte veya muhteviyatı
itibariyle yanıltıcı belgenin gerek düzenlenmesinin gerekse kullanılmasının
kaçakçılık suçunun oluşması yönünden ayrı ayrı değerlendirilmesi gerektiği
sonucu ortaya çıkmaktadır. Sahte veya muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge
düzenlenmesi, kastın karinesi olup, bunun ayrıca değerlendirilmesine gerek
bulunmamaktadır. Ancak, gerçekte yapılan bir mal veya hizmet alımı karşılığında
mal veya hizmeti sağlayan tarafından kendi belgesi yerine bir başka mükellefin
belgesi verilebilmektedir. Bu gibi durumlarda iş veya hizmetin mahiyetine göre
belgeyi alan tarafın bu belgenin mal veya hizmetin sağlandığı mükellefe ait
olup olmadığını bilemediği durumlar söz konusu olabilmektedir. Bu gibi
durumlarda sahte belgeyi kullanmış olan mükellefin, bu belgenin satın aldığı
mal veya hizmeti sağlayana ait olmadığını bilip bilmemesi önem taşıyacaktır.
Şayet kullanıcının belgenin sahte olduğunu bilmesi gerekiyorsa, bir başka
deyimle, kasıt söz konusu ise burada 359 uncu maddede belirtilen anlamda bir
sahte belge kullanımı söz konusu olacaktır. Aksi takdirde ise suçun manevi
unsuru oluşmadığından durum madde kapsamında değerlendirilemeyecektir.
Bu itibarla, kaçakçılık suçunun oluşması
sahte veya muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belgenin bilerek kullanılıp,
kullanılmadığının; diğer bir anlatımla, bu kullanımda kastın bulunup
bulunmadığının değerlendirilmesine ve belirlenmesine bağlı bulunmaktadır.
Yapılan incelemelerde sahte veya muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belgelerin
bilerek, isteyerek kullanılıp kullanılmadığının vergi incelemesine yetkili
olanlarca değerlendirilmesi ve bu belgeleri bilerek kullandığı sonucuna varılan
mükellefler için vergi suçu raporları düzenlenmesi, haklarında cumhuriyet
savcılıklarına suç duyurularında bulunulması ile bu belgelerin kullanılması
sonucu vergi ziyaına da sebebiyet verilmiş olması halinde 344 üncü
maddenin üçüncü fıkrası uyarınca üç kat vergi ziyaı cezası kesilmesi
gerekmektedir.
Ancak, sahte veya muhteviyatı itibariyle
yanıltıcı belgelerin bilerek kullanılıp kullanılmadığının araştırılmasında bu
belgeleri bilmeden kullandığı sonucuna varılan mükellefler adına vergi suçu
raporları düzenlenmemesi ve haklarında cumhuriyet savcılıklarına suç
duyurularında bulunulmaması icap etmektedir. Ayrıca, bu belgeleri kullanmak
suretiyle vergi ziyaına sebebiyet verilmiş olması halinde bu mükellefler adına
344 üncü maddenin ikinci fıkrası uyarınca vergi ziyaı cezası kesilmesi
gerekmektedir.”
Ayrıca, 213 sayılı VUK’nun 5 inci
maddesinde Vergi Mahremiyeti düzenlenmiştir. Anılan maddede sahte belge
düzenleyen ve kullananlarla ilgili yapılabilecek açıklamalar aşağıdaki çerçeve
ile sınırlanmıştır:
“....Ayrıca, kamu
görevlilerince yapılan adlî ve idarî soruşturmalar ile ilgili olarak talep
edilen bilgi ve belgeler ile bankalara, yapacakları vergi tahsiline yönelik
bilgiler verilebilir. Bu bilgilerin verilmesine ilişkin usul ve esaslar Maliye
Bakanlığınca belirlenir. Sahte veya muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge
düzenledikleri veya kullandıkları vergi inceleme raporuyla tespit olunanların,
kanunla kurulmuş mesleki kuruluşlarına ve 3568 sayılı Kanunla kurulan birlik ve
meslek odalarına bildirilmesi vergi mahremiyetini ihlal sayılmaz. Bu takdirde
kendilerine bilgi verilen kişi ve kurumlar da bu maddede yazılı yasaklara uymak
zorundadırlar. Maliye Bakanlığı bilgilerin açıklanmasıyla ilgili usulleri
belirlemeye yetkilidir...”
Değerlendirme
Gelinen noktada, Vergi Denetim
Kurulu bir taraftan KURGAN aracılığı ile yaptığı tespitler çerçevesinde sahte
fatura düzenleme ve kullanma yönünden riskli olarak sınıflandırılabilecek
mükellefleri belirlerken, diğer taraftan bu mükellefleri olası incelemelerde
karşılaşabilcekleri sorgulamalara karşı kendilerini gözden geçirmeleri amacıyla
ön uyarı yapma yöntemini benimsemiştir. VDK bu yöntemi gönüllü uyum amacıyla
davranışsal yaklaşım politikasının bir aracı olarak kullanmakta, mükellefleri
yaptığı ön uyarı ile riskli olabilecek satıcılarına karşı tedbir almaya
yöneltmektedir.
Mükelleflere gönderilen yazılar
şimdilik sadece bir durum tespitini içermektedir. Yazılar mükellefleri bir
işlem (düzeltme, itiraz vb) yapmaya zorlamamaktadır. Sadece, kendilerine
bildirilen riskli tedarikçilerine ilişkin kayıtlarının mevcut durumu sorulmaktadır.
Ancak, bir sonraki adımda, bu
tedarikçi firmalarla ilgili yapılacak inceleme ve tespitlerin gelişimine göre
tekrar ve bu defa “sahte belge kullanma kastı” yönünden inceleme riski
mükelleflere hatırlatılmış olmaktadır. Mükellefler bir taraftan kendilerine
bildirilen firmalarla olan söz konusu işlemlerini geriye dönüp kontrol ederken
bu işlemlerin gerçekliğini olası bir incelemede nasıl ispat edebileceklerini
değerlendirmekte, bir taraftan da risk almak istemedikleri tedarikçilerine
ilişkin kayıtları, işlemin gerçekliğine inansalar bile kayıtlarından çıkarıp
beyannamelerini düzeltme yolunu seçmektedirler.
Bu resmi değerlendirdiğimizde,
her ne kadar bunun mükellef haklarını koruma ve gönüllü uyumu geliştirmek için
başvulan bir yöntem olduğu belirtilse bile, yasal çerçeve yönünden bazı
sorunlar olduğunu ifade etmek gerekir.
Öncelikle, her ne kadar gelişmiş
ve büyük veri analizini yapan yapay zeka analizlerinin çıktılarına göre
“potansiyel düzenleyici” firmalar tespit edilmiş olsa da, henüz bu firmalar
bakımından bir vergi inceleme raporu ve kesin bir yargı kararı bulunmamaktadır.
Hal böyle iken, bu firmaların kendilerinin müşterisi konumunda olan firmalara
“şüpheli” firmalar olarak duyurulması, yukarıda bahsettiğimiz vergi mahremiyeti
ve firmaların ticari itibarı yönünden zedeleyici bir unsur olarak karşımıza
çıkmaktadır.
Diğer yandan, söz konusu yazıları
alan firmalar açısından, kendilerine riskli olduğu bildirilen firmaların ne
yönden riskli görüldüklerine ilişkin bir bilgi iletilmemektedir. Bu firmalar
adreslerinde mi bulunamamaktadır, ortakları ya da kendileri hakkında bir rapor
mu mevcuttur, bu firmaların beyanları ile işlem hacimleri bakımından
uyumsuzlukları mı mevcuttur, gibi bir açıklama söz konusu değildir. Bu nedenle,
alıcı firmalar bakımından yapacakları açıklamaların ne kadar dikkate alınacağı
ve kabul göreceği belirsizliği, sonrasında karşılaşılabilecek “kaçakçılık suçu”
iddiasının ortaya çıkaracağı risk ile karşılaştırıldığında, firmaları yersiz
bir şekilde düzeltme yapmaya ve mali kayba razı olmaya yöneltmektedir.
Uygulamanın teknolojinin
imkanları da kullanılarak gönüllü uyumu arttırmaya yönelik iyi niyetli bir yeni
yaklaşım olduğu şüphesizdir. Ancak, vergilemenin temel ilkelerinden biri
kanunilik ilkesidir. Bu ilke, vergi uygulamalarının belirlilik ve öngörülebilirlik
içermesini zorunlu kılar. Mükelleflerin kendileri ve kendileri dışındaki başka
mükelleflerle ilgili olarak belirsiz ve sonucu öngörülemeyen bir denetim ve
suçlama riskine maruz kalması ticari hayatın içindeki ilişkileri ve işlemleri
olumsuz etkileme tehlikesini de barındırmaktadır.
Mükelleflerin bu çerçevede yapabilecekleri, öncelikle kendi içlerinde bu işlemleri ve bundan sonra yapacakları işlemleri gözden geçirmeleri, tedarik zincirleri ve satın alma prosedürleri ile ilgili güvenli ve şeffaf şekilde açıklanabilen prosedürleri uygulamaya koymaları olacaktır. VDK’nın sahte belge kullanma konusunda öngördüğü tespit kriterlerini de dikkate alarak mal ve hizmet alımlarının gerçekliğinin sonradan açıklanabilir ve tevsik edilebilir olmasını sağlayacak prosedürleri ve iç kontrol mekanizmalarını kurmak daha önemli hale gelmiştir.
