Uzun yıllardır tüm dünyanın
holding merkezi olarak konumlanan Hollanda, holding ülkesi olmanın yerleşmiş
bütün avantajlarının (coğrafi konum, ekonomik imkanlar, yatırım iklimi ve
kolaylıkları, finansman imkanları, yatırım yapılacak üçüncü ülkelerdeki
yatırımların korunmasına ilişkin güvenceler vb.) üstüne Türkiye ile arasındaki
vergi anlaşmasının getirdiği avantajlı hükümler sayesinde uzun yıllardır
Türkiye’den yurtdışına yapılan yatırımlar için yatırımcılar tarafından
yoğunlukla kullanılmaktadır. İstatistiklere göre Türkiye’den yurtdışına giden
yatırımların yaklaşık % 35’i Hollanda’dan geçerken, nominal sermayenin yanında
emisyon primi vb. yöntemler de dahil Hollanda’ya ihraç edilen sermayenin 50-100
milyar dolar seviyesinde olduğu tahmin edilmektedir. Son yıllarda uluslararası
vergi arenasında artan baskılar neticesinde Hollanda da şirketlerden yerine
getirmesini beklediği asgari yükümlülükleri artırdığından Türk yatırımcılar
Hollanda ile ilgili çok daha fazla maliyete katlanmakta ve şirketleri giderek
daha da sağlamlaştırmaktadır. Artık Hollanda’da eskiden olduğu gibi sadece
posta kutusundan ibaret şirketlere rastlanmamakta ve hatta Türkiye’den pek çok
güvenilir yönetici Hollanda’da görevlendirilerek şirketlerin gerçek anlamda
yönetim fonksiyonlarını yerine getirmesi sağlanmaktadır.
Hollanda yukarıda
bahsettiğimiz yerleşik holding avantajlarının yanında uygulaması son derece
rahat iştirak kazançları istisnası ve son getirdiği düzenlemeler ile Türkiye de
dahil olmak üzere vergi anlaşması olan ülkelerde mukim şirketlere temettü
dağıtımında stopaj istisnası ile vergisel konumunu da iyice pekiştirmiştir.
Hollanda Vergi
Anlaşması’nın Getirdiği Avantaj
Buraya kadar anlattıklarımız
kendini uluslararası bir holding merkezi olarak konumlandıran pek çok ülke için
geçerlidir. O halde Hollanda’yı Türk yatırımcılar açısından rakipsiz kılan
vergi anlaşması hükmünü bir daha hatırlayalım. Türkiye’de diğer şartlarla
beraber yurtdışından elde edilen temettülerin istisna edilmesi için ilgili
ülkede en az % 15 oranında vergilenme şartı aranırken Hollanda anlaşması
sayesinde sadece % 10 oranında bir iştirak etme şartı yerine geldiği müddetçe
temettüler başka hiçbir şarta bakılmaksızın istisna edilebilmekteydi. Anlaşmaların
büyük bir çoğunluğunda yurtdışında ödenen vergilerin mahsubu yoluyla çifte
vergilemenin önlenmesi öngörülürken Hollanda anlaşması bununla ilgili istisnai
durumu teşkil eden vergi anlaşmalarından birisiydi. Örneğin kurumlar vergisi ve
kar dağıtım stopajı bir arada değerlendirildiğinde % 15’ten az vergi olan bir
ülkeden gelecek olan temettüde vergi yükü %22 ‘ye yükselebilecekken,
Hollanda’da kurulu holding şirketi sayesinde toplam vergi yükü o ülkenin
uyguladığı toplam vergi yükü ile sınırlı kalmakta (kontrol edilen yabancı kurum
düzenlemeleri hariç) ve Hollanda- Türkiye temettü trafiğinde hiçbir ilave vergi
yükü ortaya çıkmamaktaydı. Bu durum, elbette vergi idaresinin de bilgisi
dahilindeydi ve uzun yıllardır vergi anlaşmasındaki istisnanın kaldırılması
istense de yapılan görüşmeler de herhangi bir sonuç alınamamıştı.
Bugün artık bu sonucun
alınmasına yakın noktadayız ve yazımızın da konusunu Hollanda anlaşmasının ve
Hollanda’ya uzun yıllardır ciddi şekilde yatırım yapmış olan şirketlerin
akıbeti oluşturuyor.
Çok Taraflı Sözleşme’nin
Getirdikleri
Son 10 yıldır uluslararası
vergilemenin bir numaralı gündem konusu OECD tarafından geliştirilen ve üye
ülkelerin de mevzuatlarında gerekli düzenlemeleri yapmaları için dayatılan BEPS
(Base Erosion and Profit Shifting) inisiyatifidir. Bu inisiyatif pek çok aksiyonu
içermektedir ve bu aksiyonlardan birisi de Çok Taraflı Sözleşme (Multilateral
Instrument- MLI) olarak ortaya çıkmaktadır. Çok Taraflı Sözleşme, 2017 yılında
Paris’te imzalanmış, artık günümüzün şartlarına cevap vermeyen ve BEPS
inisiyatifinin de en önemli amaçlarından biri olan vergi kaçakçılığının
önlenmesinde yetersiz kalan ikili vergi anlaşmalarının yerine geçmesi ve bu
anlaşmaların eksik bıraktığı noktaları tamamlaması hedeflenmiştir.
Her ne kadar yola çıkış amacı
bu olsa da gelinen noktada Çok Taraflı Sözleşme, vergi anlaşmalarının tam da
üstünde yer alamamış, onu tamamen değiştirecek ve hatta yerine geçecek bir
kudrete sahip olamamıştır. Ülkeler belli maddeleri kabul etmiş, belli maddelere
ise çekince koymuştur ve böylece yeknesak bir uygulama ortaya çıkamamıştır. Bu
nedenle Çok Taraflı Sözleşme, imza eden her bir ülke için ayrı anlam ifade
eden, amaçlarını da bu nedenle tam da yerine getiremeyen, hiçbir ülkenin başka
bir ülkenin yaklaşımına dair tam da sonuca varamadığı bir tür yamalı bohça haline
dönmüştür.
Türkiye,
2017 yılında Çok Taraflı Anlaşma’yı imza eden ülkelerden birisidir ve Çok
Taraflı Anlaşma’nın asgari standart kabul edilen hükümleri dışındakilere
çekince koymuştur. Bu, söz konusu maddelerin hiçbir şekilde dikkate
alınmayacağı ve ikili vergi anlaşmalarının ilgili maddelerinin halen daha
yürürlükte kalacağı anlamına gelmektedir. Çok Taraflı Anlaşma’nın 5. Maddesinde
yer verilen çifte vergilemenin önlenmesine dair hükümler de Türkiye’nin ilk
imzada tamamına çekince koyduğu hükümler arasındaydı. Bu da, uzun yıllardan
beri değiştirilmesi için çaba sarf edilen Hollanda vergi anlaşmasının istisna
hükmünün de halen yürürlükte olması anlamına gelmekteydi ve genel yaklaşım ile
de şaşırtıcı bir şekilde zıt bir durum teşkil etmekteydi.
Çok Taraflı Sözleşme, tüm
yasal süreçler tamamlandığından Hollanda açısından yürürlükte ancak henüz
Türkiye’de yürürlükte değil ve fakat 2 Haziran 2020’de Kanun teklifi TBMM Plan
ve Bütçe Komisyonu’na sunularak onay süreci başlatıldı. Hollanda anlaşmasını da
ilgilendiren büyük haber de tam bu noktada ortaya çıktı; 2017 yılında tamamına
çekince konan 5. Madde için TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’na sunulan Kanun teklifinde
Türkiye’nin bu kez çifte vergilemeyi önleme yöntemi olarak C Opsiyonunu yani
mahsup yöntemini seçtiği ortaya çıktı. Bu da aşağıda detaylarına değineceğimiz
üzere teklifin aynı şekilde yasalaşması halinde Hollanda anlaşmasının yıllardır
var olan istisna hükmünün devre dışı kalması ve tüm vergisel avantajın yok
olması anlamına geliyor.
Neden İstisna Hükmü
Devre Dışı Kalıyor?
5. madde ile ilgili olarak
Hollanda, kendi mevzuatına paralel bir şekilde A Opsiyonunu yani istisna
yöntemini seçti. Türkiye de teklif aynı şekilde yasalaşırsa kendi mevzuatına
paralel bir şekilde C Opsiyonunu yani mahsup yöntemini seçmiş olacak. Buraya
kadar olan, gayet beklenen durum ve farklı opsiyonların ilgili ülkeler
tarafında seçilebileceği Çok Taraflı Sözleşme’de de öngörülüyor.
İşin Hollanda tarafına
baktığımızda bütün dünyanın holding merkezi olarak konumlanan bir ülke
görüyoruz ve diğer ülkelerin mahsup yöntemini seçmesi ve kendisinden gelen
temettülerin vergi anlaşmalarında öngörülenin aksine istisna edilmeyip vergilenmesi
Hollanda açısından normalde oldukça elverişsiz bir durum teşkil edebilirdi. Bu
nedenle Hollanda, Çok Taraflı Sözleşme’de vergi anlaşmalarında istisna olarak
düzenlenen durumlarla ilgili diğer ülkenin Çok Taraflı Sözleşme ile mahsup
yöntemini getirmesini engelleyebilirdi ve bu da teknik olarak 5. Maddenin 9.
Fıkrasında bir çekince konmasını gerektirirdi. Hollanda, Çok Taraflı Sözleşme’nin ne ilk imzasında ne de
yürürlük sürecinde böyle bir çekince koydu ve Çok Taraflı Sözleşme’nin eki olan
açıklayıcı notların 282. Maddesinde de açıkça ifade edildiği üzere artık geriye
dönüp mahsup yöntemini seçen ülkeleri engelleyecek bir aksiyon alamaz.
Dolayısıyla Hollanda tarafından atılabilecek bir adım kalmadı ve Hollanda
makamları ile yapılan şifahi görüşmeler de bunu teyit ediyor. Artık konu
tamamen Türkiye’de teklifin ne şekilde yasalaşacağından ibaret ve hem vergi
idaresi hem de yatırımcılar bu konuyu çok yakından takip etmeye devam edecek.
Bir adım geri atıp bu durumun
Hollanda açısından sonucunu değerlendirelim. Türkiye ile benzer durum henüz
yasal süreçlerini tamamlamamış olanlar da dahil olmak üzere 5 ülke (Arjantin,
Romanya, Norveç, Portekiz ve Hindistan) için geçerli ve bu ülkelerin belki
Norveç dışında kalanlarının sermaye ihraç eden ülkeler olmadığını
söyleyebiliriz. Dolayısıyla Hollanda açısından global anlamda büyük bir kayıp
görünmüyor. Yine de bunun Hollanda için en baştan göze alınan bir durumdan
ziyade bütün süreç boyunca haberdar dahi olunmayan bir durum olması da gayet
muhtemel görünüyor.
Türk Yatırımcılar ve
Türk Vergi İdaresi İçin Etkileri
Öncelikle önemli bir
hatırlatmada bulunalım. Burada bahsettiğimiz Hollanda şirketleri, üçüncü
ülkelere yatırımla ilgili olarak Türk şirketleri tarafından Hollanda’da kurulan
ve üçüncü ülkelerden elde ettikleri gelirleri Hollanda’da istisna olan holding
şirketleridir. Hollanda’da aktif operasyon yürüten ve kazançları kurumlar
vergisine tabi tutulan şirketler ile ilgili önemli bir fark söz konusu
değildir. Bu şirketlerin temettüleri Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 5/1-b
maddesinde yer verilen şartlara uyulduğu müddetçe zaten istisnadır; vergi
anlaşmasının değişmesi bu sonucu etkilemeyecektir.
İstisna hükmünün devre dışı
kalması durumunda Hollanda holding şirketleri üzerinden alınan temettüler,
Hollanda’da % 15’ten fazla vergilemeye maruz kalmadığı için Türkiye’de ilave
olarak % 22 (önümüzdeki yıldan itibaren
% 20’ye düşmesi öngörülmektedir) vergi yüküyle karşılaşacaktır. Hollanda
holding şirketi üzerinden yatırım yapılan üçüncü ülkedeki şirket tarafından
ödenen vergiler ise Türkiye’de hesaplanan vergiden mahsup edilemeyecektir; zira
mevzuatımız sadece doğrudan iştirak edilen ülkede ödenen kurumlar vergisinin ve
kar dağıtım vergilerinin mahsubuna müsaade etmektedir. Sonuç olarak ortada
işlevini yitirmiş ve gerekliliği tartışmalı bir Hollanda holding şirketinden de
öte vergi yükünün % 22 artmasına da yol açmış bir Hollanda holding şirketi olacaktır.
Bu da artık Türk şirketlerinin doğrudan Hollanda holding şirketleri üzerinden yatırım
yapamayacakları anlamına gelecektir.
Bu durumun doğal sonucu olarak
Çok Taraflı Sözleşme’nin yürürlüğe gireceği zamana kadar Hollanda holding
şirketlerinden temettü dağıtımlarının olmasını öngörebiliriz. Yazımızın
ilerleyen bölümlerinde de görüleceği üzere değişikliğin yürürlüğe girmesi
muhtemel zamana kadar mevcut vergi anlaşmasının hükümlerinden yararlanılarak
temettü dağıtımlarının vergisiz olarak yapılabilmesi mümkündür. Şu sıralar yine
getirilmesi gündemde olan varlık barışı da bu anlamda önemli bir araç teşkil
edecektir. Türkiye ile Hollanda arasında şu anda otomatik bilgi değişiminin
olmaması da varlık barışı uygulamalarını daha da yoğunlaştıracaktır. Bu anlamda
gerek temettü dağıtımları gerekse varlık barışı yoluyla kısa vadede Türkiye
açısından ciddi anlamda pozitif bir nakit akışı beklenebilir.
Uzun vadede ise % 15’ten fazla
vergilenen ülkelerden gelen temettüler Türkiye’de halihazırda istisna
tutulabilirken, vergi yükü % 10-15 aralığında olan ülkelerde kurulan şirketler
kontrol edilen yabancı kurum hüviyetinde olmadıklarından kar dağıtımına ve
sonraki vergilemeye zorlanamazken ve asıl hedef kitle olan, % 10’dan az vergi
yükü olan ülkelerdeki şirketler 2018 yılından beri Hollanda’da da kontrol
edilen yabancı kurum sınıflandırmasına tabi olup bu yapıların altından çoktan
çıkmışken veya zaten Hollanda’da kurumlar vergisine tabi hale gelirken bu
düzenleme ile vergi gelirlerimiz beklendiği ölçüde artmayabilir. Uzun yıllar
önce durumun böyle olmadığı açıktır; hiçbir ekonomik gerçekliği olmayan yapılar
ile, bir kasa ve bir masa diye tabir edilen şirketlerle Türkiye’nin vergi
gelirleri azaltılmıştır. Bunun karşısında Türkiye’nin gelişmekte olan bir ülke
olarak kendi vergi gelirlerine talip olması son derece doğaldır. Ancak bugün
artık o gün olmayabilir, BEPS inisiyatifinin aksiyonları artık uluslararası
anlamda bu tür yapıların varlığına müsaade etmemektedir, bu yapıların artık
sürdürülebilme şansı kalmamaktadır ve bu nedenle attığımız taş da ürküttüğümüz
kuşa değmeyebilir.
Peki, bu düzenleme sonrası Hollanda
holding şirketlerinin durumu ne olacak? Akla ilk gelen cevap hele ki vergi
yükünün % 15’ten fazla olduğu ve temettünün Türkiye’de istisna edilebileceği
ülkeler ile ilgili olan holding şirketlerinin tasfiyesi olacaktır. Tasfiye ile
ilgili kazançların dağıtımında Hollanda’da ve Türkiye’de vergileme
olmayacaktır. Aynı şekilde sermayenin geri ödemesinde de Hollanda’da ve Türkiye’de
vergileme olmayacaktır. Ancak döviz olarak ödenen ve Türk şirketlerinin
kayıtlarında yatırım yapılan zamanın döviz kurundan gözüken sermayenin geri
ödemesinde kur farkının, Türkiye’de vergi matrahına dahil edilecek olması
tasfiyenin önünde ciddi bir engel teşkil edecektir. Oysa Türkiye’nin özellikle
son yıllarda en önemli odak noktalarından biri yurtdışındaki döviz birikimlerin
Türkiye’ye getirilmesi ve Türkiye’de döviz rezervlerinin makul seviyelerde
tutulup kur artışlarının da olabildiğince kontrol edilmesidir. Bu anlamda kur
farklarının vergilemesi ile döviz birikimlerin Türkiye’ye geri dönmesi arasında
bir tercih yapılması ve yurtdışındaki şirketlerin tasfiyesinden doğan
kazançların kur farkları da dahil olmak vergi dışında bırakılmasına yönelik bir
düzenleme yapılması oldukça isabetli olacaktır. Bu minvalde tasfiye
işlemlerinde oluşan kur farklarının vergilemesi konusunun yakın zamanın en
popüler tartışma konularından biri olmasını bekleyebiliriz.
Tasfiyenin yukarıda izah
edildiği üzere tercih edilebilir olmaması halinde Hollanda holding
şirketlerinin grup finansman amaçlarıyla kullanılması da oldukça muhtemeldir.
Söz konusu şirketlerin elde edecekleri faiz gelirleri Hollanda’da Türkiye ile
paralel oranlarda kurumlar vergisine tabi olacak ve böylece holding şirketleri
kontrol edilen yabancı kurum hüviyetinden çıkacaklardır. Söz konusu faiz
giderlerinin örtülü sermaye ve transfer fiyatlandırması gibi müesseseler
dikkate alınmak suretiyle indirim konusu yapılabilmesi aslında şirketler açısından
toplam vergi yükünü değiştirmeyecek ve olan Türkiye’ye çok ihtiyaç olduğu halde
gelemeyen döviz birikimlerine olacaktır.
Hollanda şirketlerinin ortaklık
yapısından çıkarılması halinde Türk şirketleri artık Hollanda’nın üçüncü
ülkelerle olan çok geniş ve çok avantajlı vergi anlaşmalarından da
yararlanamayacaklardır. Bu da ilgili ülkelerde kar dağıtımıyla ilgili olarak
maruz kalınacak stopaj vergilemesinin artması anlamına gelecektir ve üstelik
bunun Türkiye’ye hiçbir yararı yoktur.
Tasfiye ile ilgili sorunlar ve
olası vergi yükü artışları bir araya geldiğinde ve yıllardır yapılan yatırımlar
ve edinilen alışkanlıklar da düşünüldüğünde Hollanda holding yapılarının
kolayca vazgeçilebilir olmayacağı açıktır. Çünkü konu sadece bir vergi
avantajından ibaret değildir ve bir uluslararası holding merkezi olmanın
reddedilemeyecek avantajları da ortadadır. Elbette ki yatırımcılar, Hollanda
ile ilgili benzer avantajları hem kendi mevzuatı hem de Türkiye ile vergi
anlaşması bazında sunabilen diğer ülkelere holding merkezlerini taşımak
isteyeceklerdir. Özellikle çok fazla ülkeye yatırım yapmış olan ve Hollanda’da
gayet sağlam bir iş yapısı bulunan şirketler Hollanda holding şirketlerini yine
de yapının içinde tutmak isteyeceklerdir. Uluslararası vergi arenasında gitgide
sıklaşan önlemler ve asgari yükümlülükler düşünüldüğünde bu da Hollanda holding
şirketinin üzerine ikinci bir holding şirketinin de yüksek maliyetlerine
katlanılması anlamına gelecektir. Vergi idaresi açısından ise tartışma, Çok
Taraflı Sözleşme’nin bir diğer hassas noktası olan “Ana Amaç Testi” etrafında
gelişecektir. Bunların hiçbirisi olmasa dahi önümüzdeki yılların tüm dünyada
olduğu gibi Türkiye’de en yoğun tartışma konularından birisi olacak olan “Ana
Amaç Testi” ile ilgili ilk tecrübeler belki de bu konuda yaşanacaktır. Kaldı ki
vergi idaresi, Çok Taraflı Sözleşme hiç ortada yokken dahi Vergi Usul Kanunu 3.
Maddesi çerçevesinde konuyu tartışmaya açmaktaydı.
İkili holding yapısı nedeniyle
maliyetlerdeki artışa tahammül edemeyecek olan ve fakat yine de yurtdışında
holding şirketi bulundurmak isteyen şirketler için ise sınır ötesi birleşmeler
yoluyla Hollanda şirketlerinin tasfiyesiz infisahı söz konusu olacaktır.
Zamanlama Nasıl Olacak?
Çok Taraflı Sözleşme’nin
yürürlüğe girebilmesi için öncelikle Türkiye açısından iç mevzuattaki yasama ve
yürütme süreçlerinin tamamlanması gerekmektedir. Türkiye’nin, bu süreçlerin
tamamlandığına dair OECD’ye bildirimde bulunmasından sonra Çok Taraflı
Sözleşme, bu bildirimden sonraki 3 aylık dönemin bitmesini takip eden ayın ilk
günü yürürlüğe girmiş olacaktır. Öte
yandan Çok Taraflı Sözleşme’de yer alan hükümlerin uygulanması yani fiilen
anlam ifade etmesi, Çok Taraflı Sözleşme’nin yürürlüğe girmesinden farklı bir
konudur.
Hollanda vergi anlaşmasında
yer alan istisna hükmünü devre dışı bırakacak olan düzenleme ile ilgili
uygulama tarihi ise Çok Taraflı Sözleşme’nin Türkiye’de yürürlüğe girdiği
tarihten itibaren 6 aylık sürenin bitişini takip eden vergilendirme dönemidir.
Mevcut durum göz önünde bulundurulduğunda yazımızın konusunu teşkil eden durum,
en erken 1 Ocak 2022 tarihinden itibaren anlam ifade edecektir. Elbette Çok Taraflı Sözleşme’nin onay
sürecinin zamanlaması ile ilgili tahminde bulunmak çok kolay değildir ancak 1
Ocak 2022 tarihinden itibaren düzenlemenin anlam ifade etmesinin imkan
dahilinde olması bile bahsettiğimiz risklerin ne kadar yakında olduğunun açıkça
göstergesidir.
Sonuç
Neresinden bakılırsa bakılsın
yapılmak istenen düzenleme 30 yıllık bir ezberin bozulması anlamındadır.
Yatırımcılar açısından bakıldığında artan maliyetler, belki artan vergi
yükleri, yeniden düşünülmesi gereken uluslararası yatırım yapısı ve alınması
gereken pek çok karar ve aksiyon söz konusu olacaktır ve her haliyle risk
barındırmaktadır. Vergi idaresi açısından ise yıllardır istenen sonuca
ulaşılabilir gibi görünse de sonuçlar çok da beklendiği kadar büyük
farklılıklar yaratmayabilir. Vergi gelirleri ile döviz birikiminin Türkiye’ye
getirilmesi arasında da çelişkili sonuçların olması mümkündür. Teklifin ne
şekilde yasalaşacağı ise elbette ki iki tarafın güçler dengesinin sonucuna
bağlı olacaktır.
Hollanda üzerinden
yatırımlarını yönlendirmiş olan şirketlerin yukarıda bahsettiğimiz zamanlamayı
da göz önünde bulundurarak gelişmeleri yakından takip etmelerini ve yürürlüğe
girmeyi beklemeden en azından alternatiflere ve atılacak adımlara dair gerekli
hazırlıkları yapmalarını öneririz.
Gelecekte yurtdışına yatırım
yapacak olan şirketlerin ise BEPS inisiyatifinin bütün önceliklerini ve artık
yatırımların asgari yükümlülükleri yerine getirmek adına maliyetlerinin de çok
yüksek olacağını göz önünde bulundurmalarını ve iş planlarında da bu etkileri
dikkate almalarını öneririz.