Hollanda Vergi Anlaşması ile ilgili Son Durum ve Gelecek Gündeme Dair İpuçları

Yayınlanma Tarihi: 04 Ekim 2020


Uzun yıllardır tüm dünyanın holding merkezi olarak konumlanan Hollanda, holding ülkesi olmanın yerleşmiş bütün avantajlarının (coğrafi konum, ekonomik imkanlar, yatırım iklimi ve kolaylıkları, finansman imkanları, yatırım yapılacak üçüncü ülkelerdeki yatırımların korunmasına ilişkin güvenceler vb.) üstüne Türkiye ile arasındaki vergi anlaşmasının getirdiği avantajlı hükümler sayesinde uzun yıllardır Türkiye’den yurtdışına yapılan yatırımlar için yatırımcılar tarafından yoğunlukla kullanılmaktadır. İstatistiklere göre Türkiye’den yurtdışına giden yatırımların yaklaşık % 35’i Hollanda’dan geçerken, nominal sermayenin yanında emisyon primi vb. yöntemler de dahil Hollanda’ya ihraç edilen sermayenin 50-100 milyar dolar seviyesinde olduğu tahmin edilmektedir. Son yıllarda uluslararası vergi arenasında artan baskılar neticesinde Hollanda da şirketlerden yerine getirmesini beklediği asgari yükümlülükleri artırdığından Türk yatırımcılar Hollanda ile ilgili çok daha fazla maliyete katlanmakta ve şirketleri giderek daha da sağlamlaştırmaktadır. Artık Hollanda’da eskiden olduğu gibi sadece posta kutusundan ibaret şirketlere rastlanmamakta ve hatta Türkiye’den pek çok güvenilir yönetici Hollanda’da görevlendirilerek şirketlerin gerçek anlamda yönetim fonksiyonlarını yerine getirmesi sağlanmaktadır.

Hollanda yukarıda bahsettiğimiz yerleşik holding avantajlarının yanında uygulaması son derece rahat iştirak kazançları istisnası ve son getirdiği düzenlemeler ile Türkiye de dahil olmak üzere vergi anlaşması olan ülkelerde mukim şirketlere temettü dağıtımında stopaj istisnası ile vergisel konumunu da iyice pekiştirmiştir.

Hollanda Vergi Anlaşması’nın Getirdiği Avantaj

Buraya kadar anlattıklarımız kendini uluslararası bir holding merkezi olarak konumlandıran pek çok ülke için geçerlidir. O halde Hollanda’yı Türk yatırımcılar açısından rakipsiz kılan vergi anlaşması hükmünü bir daha hatırlayalım. Türkiye’de diğer şartlarla beraber yurtdışından elde edilen temettülerin istisna edilmesi için ilgili ülkede en az % 15 oranında vergilenme şartı aranırken Hollanda anlaşması sayesinde sadece % 10 oranında bir iştirak etme şartı yerine geldiği müddetçe temettüler başka hiçbir şarta bakılmaksızın istisna edilebilmekteydi. Anlaşmaların büyük bir çoğunluğunda yurtdışında ödenen vergilerin mahsubu yoluyla çifte vergilemenin önlenmesi öngörülürken Hollanda anlaşması bununla ilgili istisnai durumu teşkil eden vergi anlaşmalarından birisiydi. Örneğin kurumlar vergisi ve kar dağıtım stopajı bir arada değerlendirildiğinde % 15’ten az vergi olan bir ülkeden gelecek olan temettüde vergi yükü %22 ‘ye yükselebilecekken, Hollanda’da kurulu holding şirketi sayesinde toplam vergi yükü o ülkenin uyguladığı toplam vergi yükü ile sınırlı kalmakta (kontrol edilen yabancı kurum düzenlemeleri hariç) ve Hollanda- Türkiye temettü trafiğinde hiçbir ilave vergi yükü ortaya çıkmamaktaydı. Bu durum, elbette vergi idaresinin de bilgisi dahilindeydi ve uzun yıllardır vergi anlaşmasındaki istisnanın kaldırılması istense de yapılan görüşmeler de herhangi bir sonuç alınamamıştı.

Bugün artık bu sonucun alınmasına yakın noktadayız ve yazımızın da konusunu Hollanda anlaşmasının ve Hollanda’ya uzun yıllardır ciddi şekilde yatırım yapmış olan şirketlerin akıbeti oluşturuyor.

Çok Taraflı Sözleşme’nin Getirdikleri

Son 10 yıldır uluslararası vergilemenin bir numaralı gündem konusu OECD tarafından geliştirilen ve üye ülkelerin de mevzuatlarında gerekli düzenlemeleri yapmaları için dayatılan BEPS (Base Erosion and Profit Shifting) inisiyatifidir. Bu inisiyatif pek çok aksiyonu içermektedir ve bu aksiyonlardan birisi de Çok Taraflı Sözleşme (Multilateral Instrument- MLI) olarak ortaya çıkmaktadır. Çok Taraflı Sözleşme, 2017 yılında Paris’te imzalanmış, artık günümüzün şartlarına cevap vermeyen ve BEPS inisiyatifinin de en önemli amaçlarından biri olan vergi kaçakçılığının önlenmesinde yetersiz kalan ikili vergi anlaşmalarının yerine geçmesi ve bu anlaşmaların eksik bıraktığı noktaları tamamlaması hedeflenmiştir.

Her ne kadar yola çıkış amacı bu olsa da gelinen noktada Çok Taraflı Sözleşme, vergi anlaşmalarının tam da üstünde yer alamamış, onu tamamen değiştirecek ve hatta yerine geçecek bir kudrete sahip olamamıştır. Ülkeler belli maddeleri kabul etmiş, belli maddelere ise çekince koymuştur ve böylece yeknesak bir uygulama ortaya çıkamamıştır. Bu nedenle Çok Taraflı Sözleşme, imza eden her bir ülke için ayrı anlam ifade eden, amaçlarını da bu nedenle tam da yerine getiremeyen, hiçbir ülkenin başka bir ülkenin yaklaşımına dair tam da sonuca varamadığı bir tür yamalı bohça haline dönmüştür.

Türkiye, 2017 yılında Çok Taraflı Anlaşma’yı imza eden ülkelerden birisidir ve Çok Taraflı Anlaşma’nın asgari standart kabul edilen hükümleri dışındakilere çekince koymuştur. Bu, söz konusu maddelerin hiçbir şekilde dikkate alınmayacağı ve ikili vergi anlaşmalarının ilgili maddelerinin halen daha yürürlükte kalacağı anlamına gelmektedir. Çok Taraflı Anlaşma’nın 5. Maddesinde yer verilen çifte vergilemenin önlenmesine dair hükümler de Türkiye’nin ilk imzada tamamına çekince koyduğu hükümler arasındaydı. Bu da, uzun yıllardan beri değiştirilmesi için çaba sarf edilen Hollanda vergi anlaşmasının istisna hükmünün de halen yürürlükte olması anlamına gelmekteydi ve genel yaklaşım ile de şaşırtıcı bir şekilde zıt bir durum teşkil etmekteydi.

 

Çok Taraflı Sözleşme, tüm yasal süreçler tamamlandığından Hollanda açısından yürürlükte ancak henüz Türkiye’de yürürlükte değil ve fakat 2 Haziran 2020’de Kanun teklifi TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’na sunularak onay süreci başlatıldı. Hollanda anlaşmasını da ilgilendiren büyük haber de tam bu noktada ortaya çıktı; 2017 yılında tamamına çekince konan 5. Madde için TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’na sunulan Kanun teklifinde Türkiye’nin bu kez çifte vergilemeyi önleme yöntemi olarak C Opsiyonunu yani mahsup yöntemini seçtiği ortaya çıktı. Bu da aşağıda detaylarına değineceğimiz üzere teklifin aynı şekilde yasalaşması halinde Hollanda anlaşmasının yıllardır var olan istisna hükmünün devre dışı kalması ve tüm vergisel avantajın yok olması anlamına geliyor.

Neden İstisna Hükmü Devre Dışı Kalıyor?

5. madde ile ilgili olarak Hollanda, kendi mevzuatına paralel bir şekilde A Opsiyonunu yani istisna yöntemini seçti. Türkiye de teklif aynı şekilde yasalaşırsa kendi mevzuatına paralel bir şekilde C Opsiyonunu yani mahsup yöntemini seçmiş olacak. Buraya kadar olan, gayet beklenen durum ve farklı opsiyonların ilgili ülkeler tarafında seçilebileceği Çok Taraflı Sözleşme’de de öngörülüyor.

İşin Hollanda tarafına baktığımızda bütün dünyanın holding merkezi olarak konumlanan bir ülke görüyoruz ve diğer ülkelerin mahsup yöntemini seçmesi ve kendisinden gelen temettülerin vergi anlaşmalarında öngörülenin aksine istisna edilmeyip vergilenmesi Hollanda açısından normalde oldukça elverişsiz bir durum teşkil edebilirdi. Bu nedenle Hollanda, Çok Taraflı Sözleşme’de vergi anlaşmalarında istisna olarak düzenlenen durumlarla ilgili diğer ülkenin Çok Taraflı Sözleşme ile mahsup yöntemini getirmesini engelleyebilirdi ve bu da teknik olarak 5. Maddenin 9. Fıkrasında bir çekince konmasını gerektirirdi. Hollanda, Çok  Taraflı Sözleşme’nin ne ilk imzasında ne de yürürlük sürecinde böyle bir çekince koydu ve Çok Taraflı Sözleşme’nin eki olan açıklayıcı notların 282. Maddesinde de açıkça ifade edildiği üzere artık geriye dönüp mahsup yöntemini seçen ülkeleri engelleyecek bir aksiyon alamaz. Dolayısıyla Hollanda tarafından atılabilecek bir adım kalmadı ve Hollanda makamları ile yapılan şifahi görüşmeler de bunu teyit ediyor. Artık konu tamamen Türkiye’de teklifin ne şekilde yasalaşacağından ibaret ve hem vergi idaresi hem de yatırımcılar bu konuyu çok yakından takip etmeye devam edecek.

Bir adım geri atıp bu durumun Hollanda açısından sonucunu değerlendirelim. Türkiye ile benzer durum henüz yasal süreçlerini tamamlamamış olanlar da dahil olmak üzere 5 ülke (Arjantin, Romanya, Norveç, Portekiz ve Hindistan) için geçerli ve bu ülkelerin belki Norveç dışında kalanlarının sermaye ihraç eden ülkeler olmadığını söyleyebiliriz. Dolayısıyla Hollanda açısından global anlamda büyük bir kayıp görünmüyor. Yine de bunun Hollanda için en baştan göze alınan bir durumdan ziyade bütün süreç boyunca haberdar dahi olunmayan bir durum olması da gayet muhtemel görünüyor.

Türk Yatırımcılar ve Türk Vergi İdaresi İçin Etkileri

Öncelikle önemli bir hatırlatmada bulunalım. Burada bahsettiğimiz Hollanda şirketleri, üçüncü ülkelere yatırımla ilgili olarak Türk şirketleri tarafından Hollanda’da kurulan ve üçüncü ülkelerden elde ettikleri gelirleri Hollanda’da istisna olan holding şirketleridir. Hollanda’da aktif operasyon yürüten ve kazançları kurumlar vergisine tabi tutulan şirketler ile ilgili önemli bir fark söz konusu değildir. Bu şirketlerin temettüleri Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 5/1-b maddesinde yer verilen şartlara uyulduğu müddetçe zaten istisnadır; vergi anlaşmasının değişmesi bu sonucu etkilemeyecektir.

İstisna hükmünün devre dışı kalması durumunda Hollanda holding şirketleri üzerinden alınan temettüler, Hollanda’da % 15’ten fazla vergilemeye maruz kalmadığı için Türkiye’de ilave olarak  % 22 (önümüzdeki yıldan itibaren % 20’ye düşmesi öngörülmektedir) vergi yüküyle karşılaşacaktır. Hollanda holding şirketi üzerinden yatırım yapılan üçüncü ülkedeki şirket tarafından ödenen vergiler ise Türkiye’de hesaplanan vergiden mahsup edilemeyecektir; zira mevzuatımız sadece doğrudan iştirak edilen ülkede ödenen kurumlar vergisinin ve kar dağıtım vergilerinin mahsubuna müsaade etmektedir. Sonuç olarak ortada işlevini yitirmiş ve gerekliliği tartışmalı bir Hollanda holding şirketinden de öte vergi yükünün % 22 artmasına da yol açmış bir Hollanda holding şirketi olacaktır. Bu da artık Türk şirketlerinin doğrudan Hollanda holding şirketleri üzerinden yatırım yapamayacakları anlamına gelecektir.

Bu durumun doğal sonucu olarak Çok Taraflı Sözleşme’nin yürürlüğe gireceği zamana kadar Hollanda holding şirketlerinden temettü dağıtımlarının olmasını öngörebiliriz. Yazımızın ilerleyen bölümlerinde de görüleceği üzere değişikliğin yürürlüğe girmesi muhtemel zamana kadar mevcut vergi anlaşmasının hükümlerinden yararlanılarak temettü dağıtımlarının vergisiz olarak yapılabilmesi mümkündür. Şu sıralar yine getirilmesi gündemde olan varlık barışı da bu anlamda önemli bir araç teşkil edecektir. Türkiye ile Hollanda arasında şu anda otomatik bilgi değişiminin olmaması da varlık barışı uygulamalarını daha da yoğunlaştıracaktır. Bu anlamda gerek temettü dağıtımları gerekse varlık barışı yoluyla kısa vadede Türkiye açısından ciddi anlamda pozitif bir nakit akışı beklenebilir.

Uzun vadede ise % 15’ten fazla vergilenen ülkelerden gelen temettüler Türkiye’de halihazırda istisna tutulabilirken, vergi yükü % 10-15 aralığında olan ülkelerde kurulan şirketler kontrol edilen yabancı kurum hüviyetinde olmadıklarından kar dağıtımına ve sonraki vergilemeye zorlanamazken ve asıl hedef kitle olan, % 10’dan az vergi yükü olan ülkelerdeki şirketler 2018 yılından beri Hollanda’da da kontrol edilen yabancı kurum sınıflandırmasına tabi olup bu yapıların altından çoktan çıkmışken veya zaten Hollanda’da kurumlar vergisine tabi hale gelirken bu düzenleme ile vergi gelirlerimiz beklendiği ölçüde artmayabilir. Uzun yıllar önce durumun böyle olmadığı açıktır; hiçbir ekonomik gerçekliği olmayan yapılar ile, bir kasa ve bir masa diye tabir edilen şirketlerle Türkiye’nin vergi gelirleri azaltılmıştır. Bunun karşısında Türkiye’nin gelişmekte olan bir ülke olarak kendi vergi gelirlerine talip olması son derece doğaldır. Ancak bugün artık o gün olmayabilir, BEPS inisiyatifinin aksiyonları artık uluslararası anlamda bu tür yapıların varlığına müsaade etmemektedir, bu yapıların artık sürdürülebilme şansı kalmamaktadır ve bu nedenle attığımız taş da ürküttüğümüz kuşa değmeyebilir.

Peki, bu düzenleme sonrası Hollanda holding şirketlerinin durumu ne olacak? Akla ilk gelen cevap hele ki vergi yükünün % 15’ten fazla olduğu ve temettünün Türkiye’de istisna edilebileceği ülkeler ile ilgili olan holding şirketlerinin tasfiyesi olacaktır. Tasfiye ile ilgili kazançların dağıtımında Hollanda’da ve Türkiye’de vergileme olmayacaktır. Aynı şekilde sermayenin geri ödemesinde de Hollanda’da ve Türkiye’de vergileme olmayacaktır. Ancak döviz olarak ödenen ve Türk şirketlerinin kayıtlarında yatırım yapılan zamanın döviz kurundan gözüken sermayenin geri ödemesinde kur farkının, Türkiye’de vergi matrahına dahil edilecek olması tasfiyenin önünde ciddi bir engel teşkil edecektir. Oysa Türkiye’nin özellikle son yıllarda en önemli odak noktalarından biri yurtdışındaki döviz birikimlerin Türkiye’ye getirilmesi ve Türkiye’de döviz rezervlerinin makul seviyelerde tutulup kur artışlarının da olabildiğince kontrol edilmesidir. Bu anlamda kur farklarının vergilemesi ile döviz birikimlerin Türkiye’ye geri dönmesi arasında bir tercih yapılması ve yurtdışındaki şirketlerin tasfiyesinden doğan kazançların kur farkları da dahil olmak vergi dışında bırakılmasına yönelik bir düzenleme yapılması oldukça isabetli olacaktır. Bu minvalde tasfiye işlemlerinde oluşan kur farklarının vergilemesi konusunun yakın zamanın en popüler tartışma konularından biri olmasını bekleyebiliriz.

Tasfiyenin yukarıda izah edildiği üzere tercih edilebilir olmaması halinde Hollanda holding şirketlerinin grup finansman amaçlarıyla kullanılması da oldukça muhtemeldir. Söz konusu şirketlerin elde edecekleri faiz gelirleri Hollanda’da Türkiye ile paralel oranlarda kurumlar vergisine tabi olacak ve böylece holding şirketleri kontrol edilen yabancı kurum hüviyetinden çıkacaklardır. Söz konusu faiz giderlerinin örtülü sermaye ve transfer fiyatlandırması gibi müesseseler dikkate alınmak suretiyle indirim konusu yapılabilmesi aslında şirketler açısından toplam vergi yükünü değiştirmeyecek ve olan Türkiye’ye çok ihtiyaç olduğu halde gelemeyen döviz birikimlerine olacaktır.

Hollanda şirketlerinin ortaklık yapısından çıkarılması halinde Türk şirketleri artık Hollanda’nın üçüncü ülkelerle olan çok geniş ve çok avantajlı vergi anlaşmalarından da yararlanamayacaklardır. Bu da ilgili ülkelerde kar dağıtımıyla ilgili olarak maruz kalınacak stopaj vergilemesinin artması anlamına gelecektir ve üstelik bunun Türkiye’ye hiçbir yararı yoktur.

Tasfiye ile ilgili sorunlar ve olası vergi yükü artışları bir araya geldiğinde ve yıllardır yapılan yatırımlar ve edinilen alışkanlıklar da düşünüldüğünde Hollanda holding yapılarının kolayca vazgeçilebilir olmayacağı açıktır. Çünkü konu sadece bir vergi avantajından ibaret değildir ve bir uluslararası holding merkezi olmanın reddedilemeyecek avantajları da ortadadır. Elbette ki yatırımcılar, Hollanda ile ilgili benzer avantajları hem kendi mevzuatı hem de Türkiye ile vergi anlaşması bazında sunabilen diğer ülkelere holding merkezlerini taşımak isteyeceklerdir. Özellikle çok fazla ülkeye yatırım yapmış olan ve Hollanda’da gayet sağlam bir iş yapısı bulunan şirketler Hollanda holding şirketlerini yine de yapının içinde tutmak isteyeceklerdir. Uluslararası vergi arenasında gitgide sıklaşan önlemler ve asgari yükümlülükler düşünüldüğünde bu da Hollanda holding şirketinin üzerine ikinci bir holding şirketinin de yüksek maliyetlerine katlanılması anlamına gelecektir. Vergi idaresi açısından ise tartışma, Çok Taraflı Sözleşme’nin bir diğer hassas noktası olan “Ana Amaç Testi” etrafında gelişecektir. Bunların hiçbirisi olmasa dahi önümüzdeki yılların tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de en yoğun tartışma konularından birisi olacak olan “Ana Amaç Testi” ile ilgili ilk tecrübeler belki de bu konuda yaşanacaktır. Kaldı ki vergi idaresi, Çok Taraflı Sözleşme hiç ortada yokken dahi Vergi Usul Kanunu 3. Maddesi çerçevesinde konuyu tartışmaya açmaktaydı.

İkili holding yapısı nedeniyle maliyetlerdeki artışa tahammül edemeyecek olan ve fakat yine de yurtdışında holding şirketi bulundurmak isteyen şirketler için ise sınır ötesi birleşmeler yoluyla Hollanda şirketlerinin tasfiyesiz infisahı söz konusu olacaktır.

Zamanlama Nasıl Olacak?

Çok Taraflı Sözleşme’nin yürürlüğe girebilmesi için öncelikle Türkiye açısından iç mevzuattaki yasama ve yürütme süreçlerinin tamamlanması gerekmektedir. Türkiye’nin, bu süreçlerin tamamlandığına dair OECD’ye bildirimde bulunmasından sonra Çok Taraflı Sözleşme, bu bildirimden sonraki 3 aylık dönemin bitmesini takip eden ayın ilk günü yürürlüğe girmiş olacaktır.  Öte yandan Çok Taraflı Sözleşme’de yer alan hükümlerin uygulanması yani fiilen anlam ifade etmesi, Çok Taraflı Sözleşme’nin yürürlüğe girmesinden farklı bir konudur.

Hollanda vergi anlaşmasında yer alan istisna hükmünü devre dışı bırakacak olan düzenleme ile ilgili uygulama tarihi ise Çok Taraflı Sözleşme’nin Türkiye’de yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 6 aylık sürenin bitişini takip eden vergilendirme dönemidir. Mevcut durum göz önünde bulundurulduğunda yazımızın konusunu teşkil eden durum, en erken 1 Ocak 2022 tarihinden itibaren anlam ifade edecektir.  Elbette Çok Taraflı Sözleşme’nin onay sürecinin zamanlaması ile ilgili tahminde bulunmak çok kolay değildir ancak 1 Ocak 2022 tarihinden itibaren düzenlemenin anlam ifade etmesinin imkan dahilinde olması bile bahsettiğimiz risklerin ne kadar yakında olduğunun açıkça göstergesidir.

Sonuç

Neresinden bakılırsa bakılsın yapılmak istenen düzenleme 30 yıllık bir ezberin bozulması anlamındadır. Yatırımcılar açısından bakıldığında artan maliyetler, belki artan vergi yükleri, yeniden düşünülmesi gereken uluslararası yatırım yapısı ve alınması gereken pek çok karar ve aksiyon söz konusu olacaktır ve her haliyle risk barındırmaktadır. Vergi idaresi açısından ise yıllardır istenen sonuca ulaşılabilir gibi görünse de sonuçlar çok da beklendiği kadar büyük farklılıklar yaratmayabilir. Vergi gelirleri ile döviz birikiminin Türkiye’ye getirilmesi arasında da çelişkili sonuçların olması mümkündür. Teklifin ne şekilde yasalaşacağı ise elbette ki iki tarafın güçler dengesinin sonucuna bağlı olacaktır.

Hollanda üzerinden yatırımlarını yönlendirmiş olan şirketlerin yukarıda bahsettiğimiz zamanlamayı da göz önünde bulundurarak gelişmeleri yakından takip etmelerini ve yürürlüğe girmeyi beklemeden en azından alternatiflere ve atılacak adımlara dair gerekli hazırlıkları yapmalarını öneririz.

Gelecekte yurtdışına yatırım yapacak olan şirketlerin ise BEPS inisiyatifinin bütün önceliklerini ve artık yatırımların asgari yükümlülükleri yerine getirmek adına maliyetlerinin de çok yüksek olacağını göz önünde bulundurmalarını ve iş planlarında da bu etkileri dikkate almalarını öneririz.

 

Eray Büyüksekban
Global Vergi Danışmanlığı Hizmetleri Lideri, Şirket Ortağı
ebuyuksekban@kpmg.com