Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak 29 Eylül’de yaptığı basın
toplantısında “Yeni Dengelenme, Yeni Normal, Yeni Ekonomi” temalarını içeren ve
2021 ila 2023 arasındaki dönemi kapsayacak olan Yeni Ekonomi Programı’nı
tanıttı.
YEP, temel olarak büyüme ve istihdam, fiyat istikrarı, kamu maliyesi, cari
işlemler dengesi ve finansal istikrar gibi temel başlıklar ile Programda
bahsedilen politika ve tedbirlerle ilişkili eylem ve projeleri içeriyor.
YEP’in kamu maliyesine ilişkin, özellikle de vergisel perspektifini, biraz
daha yakından inceleyelim.
Maastricht Kriteri ve mali disiplin çıpasına veda mı ediyoruz?
1 Ocak 1993’te yürürlüğe giren Maastricht Antlaşması, AB üyelerinin ekonomik ve parasal birliğe geçişte aralarındaki mevcut farklılıkların giderilmesi için bazı koşullar belirlemişti. Bu kriterlerden birisi de mali disiplin anlamında son derece önemli, buna göre “üye ülkenin bütçe açığının GSMH’ya oranının yüzde 3’ü geçmemesi” gerekiyor. Mali disiplin anlamında son yirmi yıllık dönemde büyük bir ilerleme kaydeden Türkiye -AB üyesi birçok ülkenin aksine- bu kriteri yıllardır tutturabilen ender ülkelerden birisiydi.
2020 Bütçesi TBMM’de kabul edildiğinde bütçe açığı rakamı yüzde 3’ün
hemen altında öngörülmekteydi. Ancak bütçenin mevcut gidişatı
ve salgının ekonomik etkileri bu sene bu kriteri tutturmamızın son derece güç
olduğuna işaret ediyordu. 2020, uzun yıllar sonra, bütçe açığının GSMH’ya
oranının yüzde 3’ü geçtiği bir yıl olmaya ciddi şekilde aday görünüyordu ve
bizde kaleme aldığımız yazılarda bunun altını çizmeye çalışıyorduk.
YEP’te Program döneminde “mali disiplinin kararlılıkla sürdürüleceği” vurgulandıktan sonra, bütçe açığının GSYH’ya yıllar itibariyle oranıyla ilgili aşağıdaki öngörüler paylaşılıyor.
Tablodaki oranlara bakılırsa, YEP’te 2020 de dahil olmak üzere, 2023 sonuna
kadar Maastricht Kriteri’ni tutturamayacağımızın öngörüldüğü anlaşılıyor.
Özetle mali disiplin bağlamında önemli bir kasımız -en azından 2023 sonuna
kadar- bizi terk ediyor.
YEP’te yeni vergilere dair hangi ipuçları var?
YEP’te yerli üretimi desteklemek amacıyla ithal yoğunluğu yüksek ürünlerin
vergi oranlarının gözden geçirileceğinin altı çizilmiş ve bu yolla bu ürünlerin
ithalatının azaltılmasına katkı sağlanacağı vurgulanmış. Bu, oldukça ucu açık
bir politikaya ve muhtemel dolaylı vergi artışlarına işaret eden bir politik
önerme. Bir süre önce cep telefonlarındaki ÖTV’nin kademeli olarak yüzde 50’ye
çıkarılmasını ve yakın zamanda binek otomobillerdeki yüzde 220’ye ulaşan yeni
ÖTV rejimini, bu politika ışığında okumamız lazım.
ÖTV’yi temelde aşağıdaki kalemlerden topluyoruz;
-Petrol ve doğal gaz ürünleri
-Motorlu taşıt araçları
-Alkollü içecekler
-Tütün mamülleri
-Kolalı gazozlar
-Dayanıklı tüketim ve diğer mallar
ÖTV Kanunu’na ekli (IV) Sayılı Liste (dayanıklı tüketim ve diğer mallar)
“torba liste” niteliğinde; yani diğer üç listedeki ürünler spesfik niteliği
olan benzer ürünlerken, birbiriyle alakasız birçok ürün (IV) Sayılı Liste’de
toplanmış durumda. Bütçe vergi gelirlerimiz için amiral gemisi diyebileceğimiz
ÖTV gelirleri içinde (IV) Sayılı Liste’nin ağırlığının bu yıla kadar son derece
düşük olduğunu söylememiz mümkün. Özetle önümüzdeki dönemde bu listeye yeni
malların girmesini ve/veya bu listede yer alan malların (ki cep telefonları
bunlardan birisiydi) ÖTV oranlarının artmasını görmek şaşırtıcı olmayacak.
Birçok elektronik ürünün, beyaz eşyaların, hızlı tüketim ürünlerinin
(deodorant, parfüm, makyaj malzemesi vb.) ve daha birçok farklı ürünün (IV)
Sayılı Liste içinde olduğunun altını da tekrar çizelim.
YEP, dijital dünyadaki faaliyetlere ilişkin güçlü bir
vergilendirme mesajı veriyor!
YEP’te dijital olarak alınıp satılabilen ve transfer edilebilen, dijital
bir değeri temsil eden sanal varlıklar kullanılarak yapılan işlemlerin
vergilendirilmesine yönelik çalışmaların sürdürüleceği vurgulanmış. Elektronik
paraya dayanan işlemlerinin, Program döneminde ciddi bir biçimde mercek altında
tutulacağı anlaşılıyor. Bu alanın vergilendirilmesi bağlamında, dünyada da henüz
tatminkar adımların atılamadığını belirtelim.
Programda, dijital ekonomik faaliyetlerin tam ve doğru şekilde
vergilendirilmesinin sağlanacağı, matrah aşındırma ve kâr kaydırma kaynaklı
vergi kaybının azaltılacağı belirtiliyor. Ayrıca elektronik ortamda yapılan
ticari faaliyetlerin ve sosyal medya kullanılarak kazanılan gelirlerin
vergilendirilmesine yönelik düzenlemelerin gözden geçirileceği de vurgulanıyor.
Dijital dünyanın vergilendirilmesi konusu uzun zamandır ulusal ve
uluslararası vergi otoritelerini meşgul eden bir konu. Konu o kadar önemli ki
OECD 2013 yılında açıkladığı BEPS (matrah aşındırma ve kar aktarımı) Eylem
Planı’nın 1 numaralı eylem planını “dijital ekonominin vergilendirilmesi”
başlığına ayırmış durumda. OECD’nin 2013’te attığı bu adım -dijital ekonominin
vergilendirilmesi bağlamında- uluslararası bir konsensüse ve çözüme maalesef
henüz ulaşamadı bu nedenle özellikle “dijital hizmet vergisi” konusu ülkelerin
tek tek çözüm aradıkları bir alana dönüştü. Türkiye de vergi sistemine 7194
sayılı Kanun “Dijital Hizmet Vergisini (DHV)” eklemiş durumda. Mart 2020
itibariyle de bu vergi yürürlüğe girdi ve aylık olarak da mükelleflerinden
tahsil ediliyor.
Ülkelerin dijital dünyayı vergilendirme çabaları elbette son derece
isabetli; ancak uluslararası bir çözüm bulunmadan atılan bu tekil adımların
başka ciddi ekonomik ve mali komplikasyonlara neden olabileceğini de öngörmemiz
lazım.
Vergide uzaktan denetim dönemi başlıyor!
Program’da, vergisel işlemlerde uzaktan denetim ve risk bazlı incelemelerin
yaygınlaştırılması için Risk Analizi Değerlendirme ve Araştırma (RADAR)
Sistemi’nin kurulacağı belirtilmiş. Ayrıca, farklı veri kaynaklarından toplanan
bilgilerin RADAR sisteminde toplanacağı, bunlar üzerinde çeşitli risk
senaryoları oluşturulacağı ve modellemeler yapılacağı da vurgulanmış.
Vergi inceleme süreçlerinin şeffaflığının ve öngörülebilirliğinin
sağlanması bağlamında kurulması planlanan sistem son derece yararlı olabilecek
nitelikleri haiz gibi görünüyor; ancak bu proje, kayıt dışı ekonominin kayıt
altına alınmasına ilişkin güçlü ve kararlı adımlar ile desteklenmezse beklenen
mali sonuçların yakalanması da ciddi manada zorlaşacaktır.
YEP’te “kayıt dışılıkla mücadeleye kararlılıkla devam edileceğinin” altının
kalın çizgilerle çizildiğini de not edelim.
Kamu maliyesinde “Davranışsal Ekonomi/Politika” vurgusu…
2002’de Daniel Kahneman’ın ve 2017’de de Richard Thaler’in aldığı Nobel
Ödülleri ile “Davranışsal Ekonomi” konusu dünyada oldukça popüler hale geldi.
Davranışsal Ekonomi temelde neo-klasik ekonomi modelinin dışına çıkan bir
ekonomik yaklaşım. Özetle, davranışsal ekonomi perspektifinden bakacak olursak
“insanlar ekonomik kararlarını alırken rasyonel davranırlar” önermesi yerine;
“insanların kararları inançlara, ahlaki prensiplere ve bazen toplumsal geleneklere
dayanır” önermesini koymamız daha doğru görünüyor. Bu açıdan bakınca, hem kamu
hem de özel sektördeki ekonomik ve idari politikaları/kararları “insana
dokunan” şekilde nasıl yeniden inşa edebiliriz sorusu da önem kazanıyor.
Vergi mükelleflerinin vergi bilincinin güçlendirilmesi ve vergiye gönüllü
uyumun artırılması için davranışsal kamu politikalarından faydalanılacağı
YEP’te belirtilmiş. Bu politika hedefinin altı, bilimsel çalışmalar ve kararlı
idari adımlarla beslenebilirse, vergi idaremizin -vergi bilinci ve vergiye
gönüllü uyum bağlamında- bir üst lige çıkacağını şimdiden söyleyebiliriz.
Zamanında, Ekonomi Bakanlığı (mülga), Dünya Bankası, OECD ve akademisyenlerin desteği ile bu konuda oldukça güzel çalışma yapıldığını ve bu çalışmaya ilişkin “Kamu Politikası Tasarımında Davranışsal Yaklaşım” başlıklı değerli bir kaynağın da yayımlandığını belirtelim.
Özetle, YEP’te “davranışsal politika” vurgusu görmenin bile bu aşamada umut ve memnuniyet verici olduğunu söyleyebiliriz.
*Bu yazı Bloomberg HT'de yayımlanmıştır.
